Cumartesi, Nisan 29, 2006

Bildiğin bir resme bakmak; bakmak ve orda olamamak nasıldır , bilirim ; hemde çok iyi bilirim ... Özlemle başlar aklındaki kareler önce ; İstanbul'a fena bir yaz gelmiştir ve sen bilirsin ki güneşli havalarda çok güzeldir İstanbul. Şehrin bütün kalabalığı caddeler inmiş , tıpkı o resimdeki gibi tezgahlar , tezgahları didikleyen kadınlar, sahil kenarları , akşamüstü çayları , teras muhabbetleri :)) bilirsin , bilirim ? Güneş İstanbul'un tüm telaşını örtmeyi başarır. Yokluk , trafik , kapkaç , gürültü , geçim derdi ; tuhaftır ama hepsi unutulur güneşli havalarda İstanbul'da. Zeytinburnu sahilden çıkarsın yola ,bindiğin bir dost arabasıdır (benimki olabilir mesela) fonda Gündoğarken "Sen üzülme sıcaklardandırrrrr..." çalarken önce hararetle bir haftadır görüşmeyen kızlar olanı biteni anlatırlar birbirlerine : )) son dedikodular , kim nerde kimi gördü , kim işte ne yaşadı , bu hafta kim aşık oldu önce bi güzel kaynatılır. Akmayan trafikte sohbetlerden ara ara fırsat buldukça bakılan sahil yollarında öğleden sonra saatlerine yakın mangal muhabbetine başlayan ailelerle başlar kareler ve biz hep aynı şeyi söyleriz birbirimize"bi yapamadık şu mangalı ..." sonra gülüşmeler... Derken hafiften Samatya ,Yenikapı ve Galata'ya doğru yaklaşılmaya başlanır. Karşında Dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğin o eşsiz manzara? Hayat sıradan bir köprüye , bu kadar bir güzelliği nasıl sığdırır hala sanırım hiçbiriz anlamış değiliz. Yıllardır üzülürüm Galata'nın talihsizliğine sencede boyu kısa diye mi (Boğaziçine kıyasla) böyle arkaplanda kalışı : )

Çift taraflı balıkçılar , mis gibi balık kokusu , altta kahve içenlerrrr , biralarını yudumlayanlar , ışıklı enfes bir manzara. Altından geçen sonsuz İstanbul denizi. Üstünde ihtiyar balıkçı tekneleri ... Gelen ilk sert rüzgarda alabora olacak gibi ama yıllardır hiç olmamış halde : ) Yanında tranway ... Bu manzardan orda da var mı ? Sonra şarkılarda tıpkı edilen sohbetler gibi derinleşmeye başlar. Candan Erçetin "Ben ne çok hata yapmışım meğer .." derken seninde iç sorgulamaların çoktan başlamıştır aslında. Ara ara sohbete verilen "es" lerin sık sık arttığı anlardır bunlar. Herkes kendi camından kendi hayatını seyretmeye başlamıştır bile o anlarda.

Tophane'de nargile içip Çınaraltı muhabbeti yapan insanlara bakıp geçerken bir yandanda tanıdık birileri var mı diye bakarsın bir yandan.Eğer Boğaza gitmek için çıkılan bir yolsa harika bi görüntü olan yeşillik , gölge , elma çayına rağmen durmaz devam edersin yoluna ve içyolculuğuna..

Beşiktaş'a gelmişsindir bile. Bi tarafta iskele bi tarafta halk pazarı , kızlar bakarlar birbirine. Muhabbete duyulan istek fazlaysa ve dedikodu çoksa yola gene devam edilecektir.. Ama kısa zamanda yapılmış bir Boğaz keyfi varsa , uygun bir yere bırakılan arabadan sonra (ki o uygun yer olmaz hiçbir zaman)Beşiktaş alışverişine kanar tüm kızlar. Ama tüm bunlara rağmen yola devam ediliyorsa zaten arabadaki herkesin bir iç fırtınası var demektir ki yolculuğun en zor en ağır kısmıda bundan sonradır zaten. Çırağan'ın altından geçtikten sonra artık yenik düşmüşsündür yanında ara ara seyreden deniz manzarasına.

Kabataş Lisesi'nin önünden geçerken onu görmek için arabada biraz eğilmen bundan değil mi ki zaten : ))) Yıldız parkı , bol yeşillik , ağaçlarla kaplı yolda devam ederken ; artık şarkılar itiraf et türünde çalmaya devam eder. Ve mutlaka biri " Ah ulan beee olmadı ki...." diye başlayan bol şikayet ünlemli bir cümleye mutlaka başlayacaktır.

Sen tüm bu iç yolculuğunla savaşırken yanından insanlar geçmeye başlamıştır bile. Hemen hemen trafikte olmana rağmen bir gittiğiniz Ortaköy trafiğidir artık ve sen manzaraya teslim olmak üzeresindir malesef. Şarkı "Dursun zaman dursun dünya oyun değilki yaşamak ..." olmuştur bile çoktan.

Ortaköy insan manzaralarından sonra Boğaz tam karşındadır işte. Bu yolu taşımak devam etmek hiçde kolay değildir artık. Sağında uzanan deniz ,karşında tüm masumluğu ile İstanbul. Sessiz , sakin , huzur.. İlk kim atarsa kendini arabadan ilk durakta durulur , girilen ilk çay bahçesinde bol demlii çaylar semaverle söylenir.. Terapi başlamıştır artık. Ne rüzgara , ne denize , ne boğaza , ne çaya direnmek mümkün olmayacaktır. Çalan her müzik güzel , geçen her çift harika , bakan her yüz huzurludur artık. Orası boğazdır ve orda yaşadığın herşey boğazında hani tamda şuranda kalacaktır. Boğazda hiçbir sohbete , hiçbi çaya doyum olmaz ... Alşam olur güneş batışı izlenir , kağıt helvalar yenir , kahve falları bakılır , ışıklar yanar .. İç yolculuğun , hayatın anlamı ,dedikodular , şarkılar bittiyse dönme vakti gelmiş demektir artık. Boğazdan dönersin evindesindir bile hatta bi sonraki gün , hatta bi sonrakii ... Unutamazsın , ne gördüğün kareleri ,ne içtiğin çayları .. Bir Ortaköy tezgahından aldığın o boncuklu bileklik bir sonraki gezine kadar günlerce bileğinden çıkmayacaktır. Ne rüzgarı , ne denizi , ne kareleri unutmayacaksın ,ta kiiii o bir sonraki iç yolculuğuna kadar..

Sen unuttun mu bilmiyorum , sadece daha çok özle ve gel diye bu yazı. Güneş tamam , araba hazır , dedikodular birikti , şarkılar tamam , ya sen ? Ne zaman burdasın ?

Derya "Bla" Öztürk

Çarşamba, Nisan 26, 2006

kelebek etkisi


Bugün anayasa hukuku sınavından sonra(vize döneminin son sınavı:)) ew arkadaşlarımla ev aramaya çıktık.Çünkü ev sahibimiz yıllık kira artışını %25'ten yapıyor.İlk önce emlakları dolaştık ve bize uygun evi tarif edip telefon numaramızı bıraktık.Aslında bizim amacımız aradığımız evi emlaktan bulmak değil çünkü birde emlağa komisyon ödemek istemiyoruz.Zaten öğrenci olduğumuzu duyan ev sahipleri fiyatı 100 ytl kadar daha arttırıyor.Sahibinden kiralık evi de bulmak çok zor tabiki.Birsürü yeri dolaştık ama hiçbir şey bulamadık,sonra eve dönerken,tam okulun karşısında sahibinden kiralık 3+1 aylık 450 ytl bir daire gördük,tabi görünce hemen sevindik aaaa işte okulun karşısı tam bize göre diye.Hemen pencerede asılı olan numarayı aradık ve evi görmek istediğimizi söyledik.Fakat evsahibi ancak 1saat içinde gelebileceğini söyledi.Bizde 1saat kadar okulda onu bekledik.Yanımda;ev arkadaşlarım,bizim evimizin bir üyesi olarak kabul ettiğimiz çok samimi bir arkadaşımız olan cem ve bir ev arkadaşımın annesi vardı.1Saat sonra eve tekrar gittik ve evsahibi(üstü başı paspal garip bir tip) bizi bekliyordu.Aramızda geçen diyaloğu noktası virgülüne yazıyorum.
EVSAHİBİ:
(Önce hepimizi baştan aşağı süzdü sonra büyük bir şaşkınlıkla)
-kim kalacak evde?diye sordu?
BİZDEN BİRİ:
-tabiki biz.kız öğrenci yani.
EVSAHİBİ:
-bu kadın kim?(ev arkadaşımın annesine hitap ediyor)
EV ARKADAŞIMIN ANNESİ:
-ben hepsinin annesiyim(biraz gülümsüyor ve ortamı yumşatmak için espiriye başvuruyor)
(hepimiz gülüyoruz ve tüm şirinliğimizi takınıyoruz)
EVSAHİBİ:
-sizin erkek arkadaşalrınız var mı?
(herkes birden afallıyor ve kimseden ses çıkmıyor)
EVSAHİBİ:
-sizin erkek arkadaşlarınız var mı?eve giremezler...
BEN:
-evet var:)(bu sırada cem'i gösteriyorum)
EVSAHİBİ:
-hayır erkek arkadaşınız var mı?(cem önce anlamadı:))
BEN:
-evet var tabiki!(çok sinirlendim)
EVSAHİBİ:
-olmaz ozaman.
BEN:
-İYİ TEŞEKKÜRLER(daha çok sinirlendim)
Ve adam gitti.Tabi cem'de jeton yeni düştü,biz o sırada kopuyorduk'seni kelebek'die.Burdan yanlış bir sonuç çıkarmayın cem'in ne görünüşünde nede gerçekte böyle bir kelebek etkisi yok:)Biz de adama olan tüm sinirimizi arkasından birsürü konuşarak çıkarmaya çalıştık ama nafile böyle bir adama hiç bir söz yetmiyor.Adam resmen bize nasıl bir muamele yaptı ki yanımızda annemiz vardı.(mama:p)Annemize yaptığı saygısızlıkta büyük terbiyesizlikti.Bu devirde hala böyle insanlar var oldukça bizim gibi masum öğrenciler ev bulamicak:(.Demek ki erkekten kızlara arkadaş olmuyormuş,tüm erkekler kötü niyet içindelermiş,kızlarla arkadaşlık yapan erkeklerde de kelebek etkisi görülüyormuş,burdan tüm erkek arkadaşları uyarıyorum:)AMAN KIZLARA DİKKAT!!!


fulya!DANTE'guler

Salı, Nisan 25, 2006

Alaka-ül Words 4 (Dön de google earth)

Bu haftaki yazımı gecikmeli olarak sizlerle paylaştığım için özür ve başarılarınızın devamını dileyerek aslında bu köşeyi hiç de önemsemediğimi söylemeye çalıştığımı zannettirip, asıl önemini vurgulamanın zamanının geldiğini düşünmeden edemiyor ve sürekli ölü insanlar görmekle birlikte çok yalnızım lan!
Hayatı değiştiren yenilikler vardır ya onlar işte. Mesela ben hayatımı bisiklette iki elimi de bırakabildikten öncesi ve sonrası diye iki bölüme ayırıyorum. Gerçi daha önce de denizde sırtüstü durabilmeyi yapmıştım. Belli mi olur belki de öyle birşey yaparım ki bisikleti de unutturur bana. Mesela iki parmağımı ağzımın içine sokup, dilime değdirerek ıslık çalabilirim birgün. Kendimi hep öyle hayal etmişimdir. Ama yaşımız geçti artık. Neyse konuya dönelim; işte hoca da demiş ki "doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun? Hehe:) Komik değil mi? Ben de ilk gördüğümde çok şaşırmıştım ama insan zamanla alışıyor. Ya da Lütfü Kırdar, ne bileyim ya? Benim ustam da Nejat Uygur ona bakarsan. Ama biz ona "Sensei Nejat" deriz. Şarkısı bile var lan bunun: "Sensei bil sensei, sen sıkı tut çeneyi" deyi gidiyor.
Saygılarımınan...

tırt yazı-3-

çok şey söylemek isteyip de söyleyememek kötü birşey.

harbiden.
Doğan "dodo the bird" Öztürk

Pazartesi, Nisan 24, 2006

şimdi reklamlaaaaaar


Bu yazıyı yazışımın 3.seferi.Nasıl mı?Tam 2 kez bu yazıyı yazdım ama bir türlü postalayamadım mutlaka bi aksilik oldu ve silindi.Yaaa yazmiim falan daha mı iyi acaba:)?Neyse... Bugünlerde kafama takılan birşey var:Reklamlar.Nezaman ben tv izlemeye kalksam mutlaka hep aynı reklamlarla karşılaşıyorum ve miğdem bulanıyor.Bir firma yada bir reklam ajansı neden bukadar kötü reklam yapar.Reklamları izlerken 'acaba firma kar için kendi reklamını kendi mi üretiyor' diye düşünüyorum.Farklı iki bal firmasının reklamları var şu sıralar ikiside çok kötü.Tabi insan tesadüf mü bu yaa diye düşünüyor.Birinde al bal sana,bal al sana,al bal al,bal al... falan filan uzuyor(ALİ ATA BAK),diğerinde ise parmak ve bal nekadar enteresan.Kötü olmasını özellikle mi istiyorlar acaba?, kötü reklam daha mı dikkat çekiyor.Mesela yataş firma olarak iyi bir marka yaratmıştır ama şimdiki reklamı insanı çileden çıkartıyor. Sahip bizi yataşa götür diye ortada zıplayan,çıldıran birsürü kanepe,koltuk,sandalye,şöför bizi yataşa götür diyen ev hanımları kılığında kokoşlar...İnsanın'ben olsam ordaki şöför nerelere...'diyesi geliyor(buda içimdeki krocan). Bukadar mı hayal gücünden yoksun bi ülkeyiz biz.Evet reklam alanında iyi işler yaptığımızı ve yurt dışında iyi ödüllere sahip olduğumuzu da biliyorum ama neden hergün tv de bukadar eskiye dönük işler yapılıyor.Aynı eski reklamlar gibi sanki teknolojiden çok yoksunuz ya!...Sanırım buda tembellikten kaynaklanıyor.Yeni bir reklam gördüm,sanırm Kükrer' in ürünleri tanıtılıyor.Bir ahçı ve onun yardımcıları var reklamda.Ahçı bir doktor edasıyla malzemeleri(kükre in)tek tek istiyor ve sonunda son sözü küm söyler diye yardımcılarına soruyor ve gariplerde tabiki kükrer diyor.Sanırım bu reklam önce yerel bir tv kanalına yapıldı sonra bir ek gelir falan bulundu ulusal da yayınlatabildiler.
Şimdiye kadar tanık olduğum en komik reklam bir ped reklamıydı.Evy lady miydi adı tam bilmiyorum.Hani şu ilhan Mansızla çok güzel yabancı bir mankenin rol aldığı reklam.Sizce kaç erkek bu reklamı bilmiyordur? Tüm erkekler(tabiki hepsi olmayabilir:))ağızlarının suyu aka aka bu reklamı izlediler hatta birbirlerine söylediler çünkü ordaki manken kız çok güzel ve çekiciydi.Bunu gösterebilmek için hertürlü şeyide yapmışlar(tamam bende kabul ediyorum güzel konumuz bu değil:)). İlhan Mansız yanında yokmuş gibi duruyordu.Bu reklamın amacı kızlara yönelik değil miydi?Yani amaçta bir sapma yok mu? Bir ped reklamı ERKEKLERE yöneldi.:)Belkide asıl amacı buydu yani içinde hafif bir alay vardı.
Yazımı bitirikene yine ortaokul günlüğümden bir kuble bir şeyler yazıcam:AŞK BİR FUTBOL TOPUNA BENZER ÖNCE TEKEME VURURSUN SONRA PEŞİNDEN KOŞARSIN:)ehehhe to be continued...

fulya'dante'guler

yakarış


üzmek. bir insanı üzmek. sevdiğiniz bir insanı. kırmak onu. çok sevdiğiniz kişiyi kırmak. bilmek. tek sorumlusu olmak. suçlu olduğunuzu bilmek. yapabilecek birşeyiniz olmadığını bilmek. affetmenin defalarca olduğu bu yuzden anlamını kaybettiğini kavramak. düşünmek. ne yaptığınızı düşünmek defalarca. hatalarınızı görmek tekrar tekrar izlenen ama bırakılamıyan bir film gibi. acı ve giderek acılaşan bir sirke gibi. çaresizlik kelimesine sözlüğe bakmadan salt içide bulunduğunuz durum yüzünden anlamını ve içinde kullanılabilecek cümlelere kolayca kusursuzca ulaşabilmek. tekrar durmaksızcasına içinde bulunmak içinde boğulmak kendi inşa ettiğiniz kafesin suçluluk kafesinin içinde. üzülmek. yetersizliğin damarlarınıza işlemesi. futarsızca edilen bir söze yapılan bir harekete duyulan öfke. kendinize duyduğunuz ve sürekli körüklediğiniz öfke. yine de sizi yiyip bitirmesi için çaresizce sarılmaya çalıştığınız öfke. yararsız bir çaba göstermek. yalvarmak. kendinize yalvarmak ya da sizden ötede olan birşeye o kişiye belki de ağlayarak haykırarak yalvarmak. yalvarabilmek için umut etmek.


caner "feanor" şahar

Pazar, Nisan 23, 2006

senaryoaktar

SENARYO AKTAR
Arkadaşlar! RTV (Radyo Televizyon) bölümü ile film projemiz var. Bu insanlar her dönem bir kısa film çekiyorlar ve senaryo sıkıntıları var. Son filmlerinde bende oynadım ve çok beğendiler (başka adam yok diye beğendiler). Bu son dönemleri ve bu dönem çekecekleri film, kısa film yarışmasına da katılacak. En geç 5 Mayıs'a kadar bir senaryoya ihtiyacımız var.
Bu vesile ile sitemizin senaryo yarışmasını başlatmış oluyorum. Filmin cdsini gün gelir evinize yollarız olmadı siz, "Benim de bir filmim var." hazzıyla yaşarsınız.
Senaryolarınız diyalogda içerebilir sadece fikirde olabilir. Yorum olarak bu konu altında toplarsak iyi olur.

Cumartesi, Nisan 22, 2006

günlüğüm

Burayı gerçekten sewdim.Önce çok kıskandım ne güzel bende yazcam die.Tabi yazmakta sandığımdan zormuş.Zaten ilk yazımıda öleee oturup düşündüm sonra da bukadar saçmalayabildim diyemem.Ortaokuldan beri günlük tutuyorum tabi günü gününe yazmıyorum ama belli bir zaman sonra okuyunca eylenceli oluyor.Hatta bir örnek veriim ortaokulda yazdıklarımdan;her sayfaya çok anlamlı sözler yazmışım,mesela birinde şöyle yazıyor'beni sevdiğini söyledi,ispatla dedim öldü' eheheh bide bu yazılarımı hain ew arkadaşlarım okudu ve msn lerine nick yaptılar.Halen alay konusuyum.Şimdi herkes doğruyu söylesin hiç mi böyle salakça şeyler yapmadınız?Mutlaka çocukluk dönemlerinizde vardır bu tip şeyler.Sevdiğine şiirler yazmak falan...
ilk attığm yazımıda günlüğümden çaldım.Ewet kendi günlüğümden çaldım:)Okulun ilk günü bi insan çömez olduğunu bukadar mı belli eder cnm yaaa:)zaten okula ilk girdiğimizde arkamızdan liseliler gelmişler die bağrıyorlardı.Bizde saf saf 'alnımızda mı yazıyor nerden anlıyor bunlar' diyorduk.eheheh sen saftirik gibi etrafa bak,sallan gez ondan sonra da nerden anlıyor bunlar de.Sırf üniyi kazanalım diyee bi abartılıyorr üniverste bir abartılıyor üniversteden öğrenciler geliyor dershaneye böylee sanki alis harikalr diyarı.Tamam ben inkar etmiyorum muhteşem bi ortam,arkadaşlıklar,beyin fırtınaları falanda okadarda polyanna değilmiş yani yada benim bulunduğum üniverste.neyse bak yine uzattım konuyu,ama uykum yok yaaa ufff.Neyse herkeşlere slm ben ve saçmalıklarım dewam edicek eheheh.Sanırım günlük yazmayı bırakıp buraya başlicam:))


DANTE

müslüm baba eşliğinde pilav yerken acı gerçeği farkedizleyen adam!

başlık gereksiz ve bir o kadar saçma oldu farkındayım.ama arkada müslüm gürses'in şu son albümü çalıyor ve insan ister istemez etkileniyor."bir ömür yetmez ki[bu ki ayrı galiba?]" diyor bu bıyık sahibi insan.ben düşündüm de..eee...yeter be baba.iyidir bir ömür.ya da değildir bilemiyorum.kafam mütemadiyen karışık olur benim zaten bilen bilir :P
[oha yazı içi başlık atıcam!]

SMiLeY ve EmoCatiOn KarşıTlaRı ŞeySi

evet.
["gereksiz prensipler edinelim" hareketinin son halkası bi olay.kasmamak lazım aslında.]

OSURU-YORUM [bir mini-blog şeysi veyahut da bir doğan öztürk olayı]

efendim bakıyorum,ediyorum da kafama takılan bir takım mevzular vukubuluyor.nedir derseniz,bi sakin olun anlatıcam mınakoyim derim.
mesela geçen gün bakırköy-avcılar[e-5 ten gitmez yan yola girer!] otobüsünde "zebahın"[bkz:sabah] ın köründe aklıma şu mesele takıldı:ayarmatör ve ayarbaz arasındaki fark nedir,ne değildir?yoksa ortada fark neyin[neyin?] yok mudur?işte bu bağlamda bir kaç şey söyleyeyim istiyorum.[e tabii düşünün işte o yol 50 dk. falan sürüyor,o kadar düşünmüşüm bu konu üzerinde.]
öncelikle "ayar vermek" nedir bunu bi irdeleyelim isterseniz.[istemeseniz de irdeleyeceğim zaten.çok pis irdeleyesim var bu gece.harbi.]"ayar vermek" şu manaya geliyor:bir insanı bir şekilde[ki genelde sözle{ya neyle olacağıdı dediğinizi duyar gibi oluyorum}] oturtmak[derken?] ne bileyim goth etmek veyahut da bozmak.ama çok da kötü niyetli bi yaklaşım söz konusu değil burada benim algılarım dahilinde.yani "bozmak" eyleminin biraz daha samimi ya da "bozmak ama çok da bozmamak" hali diyebiliriz.
şimdiiii asıl konumuza geri dönelim.ayarmatör ve ayarbaz terimlerini anlam bağlamında irdeleyeceğiz.[evet].
ayarmatör,zannımca,"paso ayar veren,ayar vermeyi hayat felsefesi edinmiş,ayar vermekten delicesine bir zevk alan" manasında kullanılmalı.yani nasıl ki derseniz,anlatayım.şöyleki,bir adam düşünün ve bir arkadaş ortamı hayal edin.bu adam bu ortamda kim ne söylerse ona takılıyor,onu bozuyor,paso bir açık yakalıyor böylece eğleniyor,coşuyor.
ayarbaz ise daha nadir ayar veriyor.ama öyle yerinde ve kaliteli ayar veriyor ki ayarmatörün kıçını yırtarcasına yaptığı atik çıkışlara çok daha az kelimeyle karşı koyabilmiş bu bağlamda kendisi geyik ortamında var edebilmiş oluyor.
"eeeeeee ne şimdi" diyorsunuz değil mi?[-okuyucu çok tatminsiz mr. gargamel..-olur öyle arada sen keyfine baaak.]
sonuçta bu iki terim aynı konuya iki farklı yaklaşımı temsil ediyor.biri[ayarmatör olanı] daha hiperaktif,kelimelerini fütursuzca kullanmayı seven bünyelere hitap ederken diğeri[ayarbaz olan] daha ağır başlı,sakin kimselere yaraşıyor.
sonuçta "ayar vermek" iyidir.ama dozunu ayarlamak lazım bazen insanların kalbini kırabiliyorsunuz istemeden.[son cümlede mesaj verdim,şimdi dişlerinizi fırçalayıp yatabilirsiniz!]

daha ne yazayım diye düşünüyorum da aklıma pek bir şey gelmiyor.bu gecelik bu kadar zaçmalama yeter diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum."aşk tesadüfleri sever" güzel bir albüm olmuş,son olarak onu diyeyim.şimdi orada burada iyi kötü bir sürü yorum duyacaksınız.çoğu da bu tür konularda hep olduğu gibi birbirinin aynısı,ondan bundan duyma yorumlar olacak.o yüzden onları sallayın,bir şekilde dinleyin[paşa gönül muhabbeti].hoşunuza giderse ne ala.kasmaya lüzum yok.

öptüm diyerek bitirdim.
Doğan "dodo the bird" Öztürk

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Batman diye bir şehrimiz var!

Batman işte daha ne olsun? İngiliz olma buhranlarını yaşadığım zamanlarda "betmen" şeklinde telaffuz ettiğim olmuştu. Biri osmanlı olması kaydıyla iki tokattan sonra kendime geldim ve bildiğimiz yarasa adamı bile "batman" diye seslendiriyorum. Dikenlere de "Ay batman!" denmez ki. Fona daha güzel bir müzik koyar mısınız? Sağolun bu çok güzel oldu, mersi. Merzifon'un hikayesi budur işte. Bahadır sen nereliydin yau? Saat 2.30, piyanisti kopyalıyorum ve nero'nun "sahte yazım" diye bir özelliği var. Hatta bu özelliği açınca "Yaz/Burn" tuşu "Sahte Yaz" oluyor. Ne diyeyim? Benim şirketim olsaydı önce nero yu sonra da kendimi dava ederdim çünkü bende önceki yazıda gururla bahsettiğim orjinal vcd olayını kopyalıyorum bu sayede :)

Vize haftası işte, dokundurmasam olmaz; sınavlardan bahsetmem lazım. Yepyeni bir taktik geliştirdim. Kimsede yoktur böylesi. Tekniğimin adı "Yeryüzü Üzerinde Zemine Dayanan Embesil" kısaca "YÜZDE". Önünüze fizik dersini alıyorsunuz, her hangi bir konuyu açıyorsunuz. Şöyle bir kaç bakış attıktan sonra sorulardan birini gözünüze kestirip, çözmeye başlıyorsunuz. Buraya kadar normal işlemler. Önemli olan bundan sonrası. Bir soru denediniz ve çözdünüz "Tamam ben yüzde yüz yapıyorum." diyorsunuz. Burada bırakabilirsiniz. Bu sizi tatmin etmedi mi? Bir iki soru daha çözün, özellikle çözdüğünüz soru sayısı asal sayı olsun çünkü bu şekilde yüzdeye vururken kendi lehinize yuvarlamalar yapabiliyorsunuz. Günün sonunda 6 soru mu çözdünüz? Bunlardan 4'ü mü doğru? O zaman %70 doğru. "60 puan barajını geçtiniz tebrikler." yazısı ekranın sol alt köşesinde çıkacaktır merak etmeyin. Öss gençleri sizler de yormayın bünyeyi.
olcay "vizite" bayram

Tırt yazı -2-

Tamam 14 yaşıma dair hiç bir anım yok, doğrudur söylediklerin ama 5 yaşımdan sonra ki hiç bir yaşımı sevmem ki ben. Ben 5 yaşımdan beri hiç bir şey yapmadım. 5 yaşımdan beri hiç boğa güreşi izlemedim, paraşütle atlamadım yada adam öldürmedim. Anlayacağız hiç bir şey yapmadım. Hayatımın en güzel yıllarını 5 yaşıma kadar yaşamışım. Bence insanın en güzel yaşıdır. 5 yaşımdan sonra hiç bir şey yapmamakla birlikte bazı soruların cevaplarını da unutmuşum. Mesala bana şu anda " 5 yaşında olmak nasıl bir şey? " diye sorsanız cevap veremem çünkü 5 yaşımda değilim. Oysa ki 5 yaşımda olsaydım "İşte bu kadar güzel bir şey." derdim ve kollarımı sonuna kadar açarak ne kadar güzel olduğunu gösterirdim. Şimdi 5 yaşımda olmak vardı. Ben 5 yaşımdan beri hiç gövde gösterisi yapmadım, tabancamı şakağıma dayayıp kendimi hiç öldürmedim.
olcay "kolpa" bayram

Aya maymun seferleri!


Uzaya insan yollamaya çalışırken acaba kim maymun yollama fikrini ortaya atmıştır? Köperklerde yollanmış ana maymunlar kadar ilgi çekememişler. Maymunu gren insan "Tamam abi ilk insan uzaya çıktı!" mı demiştir yoksa "Maymun bile çıkıyorsa ben hayli hayli çıkarım mı demiştir? İkinci lafı söyleyen adam bence uzaya çıkmalı çünkü onun dünyada yeri yok. O değil de gerçekten maymun bile çıkıyorsa bu kadar astronot (uzayadamı) eğitimine ne gerek var? Zaten parası olan gidiyor değil mi? Tabi tabi.

Bugün arkadaşlarla film izliyoruz. Gururla söylüyorum orjinal vcd (vidyo taşınabilir bellek) almışız. "Emily Rose Bize Geldi (Welcome to the Sucky)" gibi bir adı var. Benim bilgisayarda izliyoruz tabi. Film başladı incecik geniş ekran, ekranın üçte ikisi kullanılmıyor. Her ağızdan aynı hoşnutsuzluk sesleri yankılandı. Bilmiş bir tavırla "Yazılar bitince ekran büyüyor." dedim. Bekle bekle yazılar bitmiyor. Tamam işçinin, emekçinin destekçisiyizde, filmin başında bütün ekibin ismide geçmez ki kardeşim."Artık bu son olsun." dualarının göklere yükseldiği bir sırada son yazıda ekrandan silindi ve görüntü büyüdü. Ben ellerimi kaldırıp, ayakta "Göt olmadım ulan, göt olmadım!" diye bağırırken bir anda florasan pıt pıt etti ve yandı. Film başlamadan önce bir arkadaş lambanın anahtarına basmıştı ve ışık yanmak için benim coştuğum anı beklemişti. "Siz Emily Rose'un şeytan çarpmasını izliyorsunuz, ben burda olmuşum Olcay Bayram'ın aydınlanışı. Benim mistik güçlerim var oğlum." şeklinde mırıldanırken söylediklerimi ben bile duyamaz oldum çünkü kimse beni dinlemiyordu. Olay dinlenip dinlenmemek değil de işte güzel bi anı oldu.

Olcay "Kutsanmış" Bayram

Vize Zamanları

Haftaya vizeler başlıyor ve ben ders çalışmaktan kaçmak için ya bir şeyler okurum yada yazarım. Normalde bir iki köşe yazarını okuduğum gazetenin cılkını çıkartır bütün yazılarını okurum. Ekonomi sayfasın da ki sıkıcı yazıları bile şiddetli takipçisi gibi okurum. Yazı yazmak içinde kağıt kalem kullanmaya üşenirim ve cep telefonumun mesaj hafızasını doldurana kadar yazılar yazarım. Güzel yazılarımda olmuştur aslında sadece benim beğendiğim. O değil de gelmek istediğim yer ilk kez böyle bir yazı yazma gazını bilgisayara aktarıyor olmam bana garip geldi ama bunun size bir etkisi yok tabi. Ömer ve Bagon bu lafım size "Bende kestirdim saçlarımı!" iki gün oldu. Tamam kesilince yaşanmışlıklar falan gidiyor ama sonra yıkanıncada oh mis tertemiz sayfalar açıyorsunuz hayatınızda. Az önce bir karar aldım " Artık aptal rolü yapmaktan bıktım ulan!" şeklinde. İnsanları aslında hiç iplemiyorum ve çok ayrı bir dünyada yaşıyorum. Bunun sonucunda çoğu yerde insanların aşırı derecede önemsediği konularda ben umursamaz davranıyorum ve aptal yerine konuyorum. Bunu iki üç dakika öncesine kadar önemsemiyordum. Artık önemsiyorum. Ben aptal değilim, insanların aptallığı bana yansıyor. Sizler çok basit olayları kafasına takan, mantıksız kararlarda duyguyu öne süren, basit insanlarsınız. Ben sizin gibi değilim. Sadece dışlanmamak için sizin gibi davranmaya çalıştım ama artık doğru olanın benim dünyam olduğunu ve sizin düşük yaşam formları olarak yaşadığınızı düşünüyorum. Yarın, öbürgün istiklal caddesinde kasıla kasıla yürüyen birini görürseniz o ben değilimdir, ben yine boynu bükük ama sizlerden daha zeki olduğunu düşünen halimle yürüyeceğim...

Tamam sakinim. İki dakika sinir yaptım ve geçti, gitti. Bu yazı tam anlamıyla kendini bir halt sanan benim ellerimden çıkmış, salaklık belgesidir. Bir anlık hislerle yazdım ve şu anda bunu sitede yayınlamam gerektiğini düşünüyorum. Ben daha zeki olsaydım bi kere bu yazıyı yazmazdım. Hepimiz aynıyız aslında bunu görebilmek önemli olan. Sadece ilgilerimiz farklı.

olcay "esirge" bayram

Salı, Nisan 11, 2006

sabahlara dayanamam osman aga!


ya aslında yazamayacaktım ben.harbi diyorum ya.ne bileyim kimya çalışıyordum işte,bir ara vereyim çay falan içeyim demiştim.zaten bilgisayar günün yirmi beş saati açık e malum adsl teknolojisi sayesinde netten de kopamıyoruz.neyse işte bakayım siteye bari derken kendimi bir anda bu yazıyı yazarken buldum.
o değil de şu vizeler bitsin süper şeyler olacak sanki.öyle geliyor bana ama düşününce olmayadabilir."eeeeamooounaa koym"dediğinizi duyar gibi oluyorum.sen arkadaki bıyıklı küfür etme aklını alırım senin.
bazen düşünüyorum da [zaten bazen düşünüyorum,öyle arada bir,boş zamanım oldukça] ulan parantezi yazarken ne düşündüğümü unuttum.bak işte böyle yazı mı olur ya.çok saçma.şu anda kafamda hede hödö reaksiyonunun denge sabiti falan var.canım süper çay istiyor.[earl grey sevmiyorum şimdi buna karar verdim]
caner kişisi wow a başlamış.bir kaç bünyeyle daha bunun geyiğini yaptık.özendim valla.ama bir yandan da emin değilim.yaza belki başlarım diyorum.bakalım.bir de elder scrolls 4:oblivion çıkmış.of yaa...
bu yaz kesin bi oyun açacağım[ferepe].tembellikle hiç biryere varılmıyor[ömür varol geldi aklıma].oldukça modifiye edilmiş bir eberron setting kullanacağım büyük ihtimalle.
yeni yeni insanlarla samimi oluyorum bu aralar.güzel bir şey.kafa kimseler,kankalar falan çıkıyor ortaya.bu arada kanka lafı da ne kadar tikky bi kelime değil mi?yine de kullanıyorum ısrarla.
şimdilik bu kadar[ne kadar?].bu gereksiz yazı bitsin gayri!
derse devam edeyim ben de...[lan çay!?]
Doğan "dodothebird" Öztürk

Cumartesi, Nisan 08, 2006

tırt yazı!

Biraz önce tuvaletteyken şunu düşündüm ve sizle paylaşmak istedim:On dört yaş çok salak bi yaş.Tırt bi yaş.Nedir yani?Mesela on üç öyle değil veya on iki...Ama on dört çok salakça.Düşünün bi harbiden on dört yaşına dair bi anınız var mı?On beş vardır kesin bak!Ama on dört yoktur.On dört bir insanın içinde bulunabileceği en kolpa yaş.Var ya bak sinirlendim yine!Tüm on dört yaşındakilere acıyorum.On beş olunca rahatlayacaksınız lan!Harbi diyorum.
Doğan "dodothebird" Öztürk

Cuma, Nisan 07, 2006

Alaka-ül Words 3

Açım. Yine de şarkı söylemek istiyorum. Seray Sever gibi bir üstadın şarkıcı olduğu bir ülkede ben niye ressam olmayayım diye sordum bi kendime(bkz:Seray severler derneği). Ressam dedim de "Kenan Evren'in Şifresi" diye bir kitaba başladım, yaza biter. Mailini buldum sıra şifreyi çözmeye geldi(crazy_kenan18@hotmail.com) "Her güzele mail(meyil) verme" diye de bi türkü vardı sanki. Bu arada Kenan evren sonsuz mu?
Sinirlerim bozuldu yine İstanbul'un çelişkili ilişkilerini görünce bugün. Ben de hemen elimdeki ufak pet şişenin kapağını kapatıp, iyice sıkıştırarak yoldan geçen 3. kişiye fırlattım da rahatladım. Daha sinirlenseydim, bitiriğim kola kutusunu yere koyup üstüne basacaktım. Ama pet şişe kesti. Vay be İstanbul (Ateş yandı is oldu, yere düştü puff daddy, annem bana bul dedi)(Bi de "kastın neydi moni?" olayı var ki ona hiç girmiyorum). Şimdi değil de ilerde evlenirsem, müstakbel eşimle giderim lan bu şehirden(müstak bells, müstak bells, müstak oll dı veey).
Dün dertleri hafifletmek için bara gidip biraz içiyim dedim, 2 bardak bittiğinde "hayat ne kadar boş ustalavettin" dedim kendime, tam o esnada garson gelip "doldurayım mı?" diyince harbiden gözlerim doldu. Ama yılmadım, kaldığım yerden devam ettim pro evolution oynamaya. Gerçi mario'yu zıplatırken joysticki de zıplatan tiplerdenim ama varsın olsun. Dün fazla içtim galiba başım ağrıyo ve açım. Eee az değil; 2 votka limon bir de berdan martini.

Doğa[PeraPolente]Genç (Biterken karnım zil çalıyordu)

Bisiklet Günlüğü


Geçtiğimiz cumartesi, arkadaşlar bisiklet kiralayıp Edirne turu atmaya karar verdi. Bende katılmak istedim ama ne fayda? Bisiklet sürmeyi bilmiyordum. Bisiklete ilk kez üniversitede merak salmıştım. Çoğu arkadaşım yadırgadı bunu. İmalı vurgulamalarla "Hiç mi bilmiyon?" gibi sorulara maruz kaldım. Sonra yurt bekçimizin "efsane" adını verdiğim bisikleti ve bekçinin izni ile başladım öğrenme çalışmalarına. İlk bir kaç denemede yardım aldım ama sürme işlemine geçişim tamamıyla kendi çabamla oldu. Beni gören her kişinin yaptığı yorumları, bir kenara atarak iki saat boyunca sürdüm aleti. Benden sonra bekçinin bisikletine binen çocuk pedalların milini kırmış yani bende çatladı çocukta patladı. Şimdi arkadaşın bisikleti getirdik buraya, ben bisiklet alıncaya kadar onunla oynayacağız.
Artık sizler gibi sıradan bir insanım, bir farkım kalmadı. Tek üzüldüğüm nokta budur. Sevindiğim bir nokta ise "Oğlum, ben bi bisiklet kullanmayı bilmiyordum, artık onuda biliyorum." lafını kullanıp ardından pis pis sırıtmaktır.
Bu konuyu saygıdeğer fizik hocama açmaya karar verdim. "Hocam," dedim "bisikletin dengesi bizim beyinciğimize mi bağlı yoksa tekerleklerin dönmesinde oluşan jiroskop hareketine mi?" Morpheus'un Matriks'i Neo'ya ilk anlattığı yer olan beyaz fonlu mekanda ki deri koltuklar gibi koltuklarda oturuyor, birimiz diğerini dinlerken dumanı gitmiş ama hala sıcak olan kahvesinden yudumluyordu. Desem yalan olacak. Aslında otobüste karşılaşmıştım hocayla ve son durağa kadar konuştuk bu konuyu. Hoca, konuyu beğendi. Üçüncü sınıfta proje olarak alırsam yardım edeceğini söyledi. Son olarakta bende 25 yaşımda öğrenmiştim bisiklet kullanmayı diye ekledi. Umarım büyüyünce öyle bir doktor olurum (şimdilik doktor, doçent olmasına az kaldı)


olcay "sol ki üç dört" bayram

Boy Ver

"Hacı, boy versene oradan. Bak yüzücem oraya. Bi sakatlık çıkmasın." sözleri Rıfat'ın son cümleleriydi. Hacı, diğer hikayelerin tersine yıllardır tanıdığı biri değildi.

O gün canı sıkılmış ve deniz kıyısına gitmeye karar vermişti. Arkadaşlarına hiç bir şey söylemedi. Her zaman bekledikleri sokağın başında ki köşeden usulca ayrıldı. Sabahtan akşama kadar o köşede dikilen, mahallenin fazla okumamaış gençleri Rıfat'ın aralarından ayrıldığını fark etmediler. Rıfat , bu hayattan sıkılmıştı, yeni birileriyle tanışmak istiyordu. Cebini yokladı, hiç parası olmadığını biliyordu ama içinde bir umut vardı. O da kayboldu. Parasız gidebileceği yerleri düşünmesine bile gerek yoktu. Ayakları onu zaten deniz kıyısına sürüklüyordu. Kumsala vardığında ilk yaptığı yerden bir taş alıp denize atmak oldu. O sırada "Böyle bi havada kim gelir ki buraya?" diye düşünüyordu. Hava kapalıydı ama yağmıyordu, arada ufak serpintiler şeklinde çiğ dalgası geçiyordu üzerlerinden. Düşünmesi fazla sürmedi. Yerden aldığı başka bir taşı denize fırlatmak, kendisini yanında çok küçük gördüğü o sonsuz maviliğe, azda olsa bir zarar verebilmek için kalkarken, az önce orada olmayan ama şimdi soyunmaya bile başlamış olan genci gördü. Giyimi kendine benziyordu. Suratın da ki ifade hariç her şey kendi gibiydi. Rıfat'ın kaşları çatık ve bakışları hüzünlüydü ama o gördüğü gencin ise daha önce kimsede görmediği bir mutluluk vardı. Deli olabileceğini geçirdi aklından.

Onu tanıyormuş hissine kapıldı. Gözlerini ayırmadan onun hareketlerini izliyordu. Çenesinin hareketlerinden bir şeyler söylediğini anladı ama duyamadı.Yarı soyunmuştu, altında kotu ve ayaklarında çorabı vardı sadece. Çok hızlıydı, acelesi vardı sanki. Bir an gözlerini Rıfat'a doğrulttu yada Rıfat öyle sandı. Sonra denizin kapalı hava altında ki soğuk sularına daldı. Rıfat onun bu havada yüzmesine şaşırmıştı ama bu şaşkınlık Rıfat'ı engellemedi. Tanımadığı gencin denize girdiği yere gitti. "Hacı," diye seslendi " boy versene oradan. Bak yüzücem oraya. Bi sakatlık çıkmasın." Karşı taraftan cevap gelmedi. Tanımadığı gencin suyla boğuştuğunu fark etti ve soyunmaya başladı. Gömleğini ve ayakkabılarını çıkardıktan sonra mahallesine doğru yani geldiği yöne doğru bir baktı ve denize daldı. Kafasını sudan çıkarmadan gencin yüzdüğü yere kadar gitti ama genci bulamadı. Yoruluncaya kadar suya daldı, çıktı. Kalbi çok hızlı atıyordu, aşırı derecede yorulmuştu. Suyun soğukluğu kaslarında ki alevi söndürüyordu. Üşümeye başlamıştı. Kolunu oynatamadığını fark etti. Biraz çırpındı ve taş gibi denizin derinliklerine doğru battı.

Rıfat ölümünü görmüştü ama hiç bir şey ona engel olamamıştı.
olcay "gelincik" bayram

Yazmadım Yazamadım

Şu anda Edirne'de yurtta kablosuz olarak nete bağlıyım ve arkada Mozart çalıyor. Ön tarafımda yurt bloklarının manzarası ve çok güzel bir hava. Bu hafta gözlemlediğim (gözleme yersin) bir kaç olaydan bahsetmek istiyorum. Öncelikle "Neden öğretmenler ile öğrencilerin tuvaletleri ayrıdır?" sorusuna bir cevap aradım, bulamadım. Bence aynı tuvaletleri kullansalar bir taraf daha saygılı olur, diğer taraf öğrencilere yapılan muamelenin ne kadar kötü olduğunu görür. Bence bu, yöneticilerin halkın içinde yaşamaması, halkın sorunlarını görmemesine neden oluyor. Tamam bırakalım bunları. Bu siteye yakışmayan davranışlar bunlar. Başka bir olaya geçelim. Çalan, Bach. Sesimi duyurma isteği, beni böyle yazmaya itiyor. Lütfen biraz müsade edin. Neden tiyatroya gitmek isteyen öğrencileri alacak kadar büyük bir kültür merkezimiz yok? Ben bir kaç oyunu ayakta izledim. Neden yurda daha iyi bir bağlantı gelmiyor? Gençler, bağlantının en iyi çektiği yerler için neredeyse kavga edecekler. Neden yurdun yemek hanesi temiz değil? Bazen kusacak gibi oluyorum. Artık alıştım aslında yemek yerken boktan bahsedebiliyorum. Bence bu daha kötü. Yani bana örnek olan bu yer beni daha pis biri haline getirirse, bu ülke nasıl düzelecek? Tam anlamıyla pislik içinde yaşıyoruz. Yazılara son düşünerek başlamam o nedenle yazılarımın sonu kötü olur. "Sonunu düşünen, kahraman olamaz." Kurtlar Vadisi. Buda böyle olsun. Söz veriyorum daha güzel yazılarla geleceğim. Son olarak ben bu sitede ki herkesi seviyorum. Ben hayatı seviyorum. :) Bütün insanları seviyorum. Ne kadar bunalım olmaya çalışsamda ben aşırı olumlu bir insanım :) Zıçmak

olcay "kandemir konduk" bayram

Bir Keratin Yığınıyla Hayata Yelken Açmak(re:ithaf ömer)


Bir haftadan fazla oldu 2 senemi berberde bırakalı. daha ayrıntılı bir yazı yazıcaktım ama ömer düşüncelerime fazlasıyla tercüman olmuş. Ömer yazısında bahsettiği gibi saçların kesilmeden önce, kesilirken, kesildikten sonra yaşanması gereken tüm evreleri ben de eksiksiz yaşadım. Kestirdikten bir gün sonra pişman mıyım diye sorsaydınız "evet" derdim ama şimdi hiç pişman değilim.
Berbere gittiğimde ilk iş uzun saçlarıma son kez bakmak oldu. O saçlarda lise son sınıftan itibaren bu zamana kadar olan iyi kötü, acı tatlı tüm anılarımı gördüm. Bir ara vazgeçer gibi oldum, çünkü o saçlarla beraber ilk ve tek aşık olduğum kızı, öss maratonunu, dostlarımla çıktığım seyahatlari... iki senedir neler yaşadıysam saçlarımla birlikte o berber salonuna bırakacaktım hepsini. Ama gözardı ettiğim birşey vardı, insan hayatı aslında kısa veya uzun hikayelerin bütünüydü ve bir hikaye bitmeden yeni bir hikayeye başlıyamıyordunuz. Ha bazı hikayeler vardı, onlarsa başlamış olan ve henüz bitirilmemiş olan hikayeler. Benim de önümde bekleyen uzun seneler vardı, yeni hikayelere ihtiyacım vardı ve bu bilinmeyen yeni hikayelere atılmak için, tam anlamıyla bitirilmemiş olan bu hikayeleri bitirmek için, yaptığım şey ömerinkinden farksızdı; iki dudak hareketi, ses tellerinin kasılıp gevşemesi, çene ve dilin uygun pozisyona getirip, dünya üzerinde yaşayan insanların yüzde onunun anlayabileceği bir ses çıkarmaktı: "Kes gitsin!"

"Naruto Soundtrack"
Bahadır"BAGON"Emirler

Cumartesi, Nisan 01, 2006

V for Vendetta.

V: Remember, remember, the fifth of November, The gunpowder treason and plot. I know of no reason why the gunpowder treason should ever be forgot.Voilà! In view, a humble vaudevillian veteran, cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of Fate. This visage, no mere veneer of vanity, is it vestige of the vox populi, now vacant, vanished, as the once vital voice of the verisimilitude now venerates what they once vilified. However, this valorous visitation of a by-gone vexation, stands vivified, and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition. The only verdict is vengeance; a vendetta, held as a votive, not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous. Verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose vis-à-vis an introduction, and so it is my very good honor to meet you and you may call me V.

V: Remember, remember, the fifth of November, The gunpowder treason and plot. I know of no reason why the gunpowder treason should ever be forgot.

Evey Hammond: Who--who are you?
V: Who? Who is but the form following the function of what... and what I am is a man in a mask.
Evey Hammond: I can see that.
V: Of course you can. I'm not questioning your powers of observation, I'm merely remarking on the paradox of asking a masked man who he is.

Creedy: Defiant until the end, huh? You won't cry like him, will you? You're not afraid of death. You're like me.
V: The only thing that you and I have in common, Mr. Creedy, is that we're both about to die.
Creedy: How do you imagine that's gonna happen?
V: With my hands around your neck.
Creedy: Bullocks. Whatchya gonna do, huh? We've swept this place. You've got nothing. Nothing but your bloody knives and your fancy karate gimmicks. We have guns.
V: No, what you've have are bullets, and the hope that when your guns are empty I will no longer be standing, because if I am you will all be dead before you've reloaded.
Creedy: That's impossible. Kill him.

Bishop: Please! Mercy!
V: Oh, not tonight, Bishop, not tonight...

Willy Fingerman: If you're not the sorriest arse in London, by tomorrow you'll definitely have the sorest!

Finch: If our own government was responsible for the deaths of almost a hundred thousand people... would you really want to know?

Sutler: What we need right now is a clear message to the people of this country. This message must be read in every newspaper, heard on every radio, seen on every television... I want *everyone* to *remember*, why they *need* us!

toplanın bakayım etrafıma,birşeyler diyeceğim!

Efendim,bakıyorum da sevgili sitemiz gün geçtikçe serpiliyor güzelleşiyor.Dobakelerimiz yazdıkça yazıyor,aramıza yeni dobakeler ekleniyor.Bir kısım tembel dobakemiz öylece duruyor onların da atraksiyon haline geçmelerini,narin parmaklarını azıcık yormalarını istiyoruz tabii.Komünitemiz büyüyor,umuyorum ki birkaç ay içinde daha da sağlamlaşacak.
Olcay bekliyor muydu bu kadarını acaba?Hiç sanmıyorum...Pek çoğu için sitemizin şu hali oldukça amatör görünebilir,doğrudur öyledir de.Ama olcayımla uzun "şöle bi site yapalım böle olsun öle olsun" muhabbetlerimizi düşününce sitenin bu hali bana inanın gurur veriyor.Bahadır la Olcayın benim nete bağlanamadığım bir ara "zimbadönek!" efektiyle hayata geçirdikleri bu site geleceğe dair umutlar beslememe neden oluyor.
İyi hoş buraya kadar.Bu yazı vasıtasıyla şöyle bir takım öneriler getirin istiyorum sayfaya.Herhangi birşey olabilir.Aktarımsal Bölge'yi daha çekici hale getirebilecek tüm önerilere açığız.Yorum yaz kısmına kastırın eğer varsa kafanızda söylemek istediğiniz birşeyler.Bu biiiiirrr.
Ayrıca dobakeler arası bir msn zirvesi düzenlemeyi düşünüyorum.Bunun için daha erken olabilir emin değilim aslında.Bahadır la öyle bir konuşmuştuk ama bence gününü ve saatlerini belirleyeceğimiz bir conversation[oldu mu hacım?] yapsak,dobakeler az buçuk kaynaşsa tabii ki geyik yapsa falan filan diyorum.Bu da ikiiiiii.
Neys, ben ufaktan kaçızlıyorum.Dobakelerimiz yazmaya devam etsinler,parmaklarına kuvvet herbirinin diyerek bitirdim.
Doğan "dodo the bird" Öztürk

Alaka-ül Words 2

Arabada 5, evde 15 hoşuna da giderse bendensin. Ne? Yayında mıyız? Eehem, merhaba sevgili okuyan kişi. Ben de tam seni arayacaktım, tesadüfe bak sen. Ayıptır söylemesi Frank Sinatra dinliyordum da.
Frambuaz dedin de aklıma geldi; güneş görmeye dayanamıyorum, beni tutuyor. Zaten tutmasaydı düşüyordum. Sağolsun valla. O değil de saatleri bi saat ileri aldık ya, şimdi biz erken mi boşalacağız? Anlayamadım valla.
Liselerde şiddet artmış, başbakan da artistlik yapıyor. Ulan sen değil miydin "Liselerde okumayı şiddetle tavsiye ediyorum" diyen? (Meze mahiyetinde) Yoksa Unakıtan mıydı lan? (Pastörize yumurta, sakın beni unutma)
Dün yolda duran bi herifin arkasına geçip dizkapaklarımla eklem bölgelerine vurdum, süper zevkli oluyor (En azından suda eriyen Sandoz'u izlemek kadar). Ama bazen yanlış kişilere çatabiliyorsun. Hiç unutmam, eeee neydi lan?? Ha tamam. Bir keresinde kafede kızları keserken, yanlışlıkla elimi kesmiştim. Ama iyi oldu o günden beri elimi si... neyse. Vosvos 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10. Hehe sende patladı. Gel bir kere ensene vuracağım. Eee, Atatürk ne demiş? : "Görünen köy clubber istemez"
Saygılarımınan...

Doğa [PeraPolente] Genç