Salı, Kasım 07, 2006

bana bişeyler oluyor

Yeappp biiii!!!Tamam tamam uzun bi ara werdik bukadar yeter arkadaşlar tekrardan merhabalaar!Şimdilik ruhsal durumumu izah etmem zor bende bilmiyorum.Galiba ruh ve sinir hastalıkları için uygun pozisyondayım.Mutluluk kolay iki kahkaha halim süper,sonra bi ağlim bi ağlim içim dışıma çıksın falan.Arada çok yalnız hissediyorum kendimi derdim olmasa da dert anlatacak arkadaşlar arıyorum ama aramıyorum sıkmiim insanları die.Hayatı oldum olası anlamadım zaten.Onun için anlamadığım felsefe dalından bir iki mısra yazdım.Boşwer salla ne takıcan yaaaaa!Ewet işte bukadar.Yalnızlık sanırım unuttuğum en mühim şey olmuş.Yanlız mısın dersen 100 kişi içinde bile yalnız kalabilirim ben.Dimi nekadar profesyonel bi insanım.İyi bir oyuncu olmayı isterdim ama nafile istemediğim mekanlar,istemediğim insanlar içindeysem dayanamam hiç asarım 2 dkkada suratımı.Çok konuşmam ama çok saçmalarım arada gelip giderler annicağınız.İnsanlar beni anlamakta zorlanır çünkü kendimi anlatamam.Kendimi anlamadığım,anlatamadığım gibi hemcinsim olmayan erkekleri de hiç anlamam.Onlarda yıllardır bizi anlamadıklarını söyler dururlar.Ama birşey söylemek gerekirse erkekler hiçte kızlar karşısında kendilerine güwenmiyorlar ben bunu anladım.Söylicekleri belkide en anlamlı sözler ama onlar bunu bir ayıp bilip gizlemeyi tercih ediyorlarrr...AAAAMAAANN bölee bi garipp oldum,yazdıkça yazasım gelio kendimi kadın dergisi yazarı falan gibi hissettim bana böyle şeylerr olmasın:)byyyyy görüşmek dilğiyleenn dewamıı yarıınn.....

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Macaristan

Buradayım, Macaristan'da. Ucakla uzun bir süre deniz üzerinden uçtuk. Ege denizi olduğunu düşünmüştük ama sonradan öğrendiğimize göre Karadeniz üzerinden gelmişiz. Uçağımız Rolls Royce motoru kullanan bir Fokker70'ti yani otobüsten yapılmış gibi gözüküyordu. Uçak içinde teknolojiden eser yoktu. İlk uçak yolculuğum olmasına rağmen hiç korkmadım hatta zevk aldım ama hayatta pilot olmam.
Ferihegy havaalanına ulaştık. Pasaport işlemlerinden sonra bavulumuzu aldık ve dışarı çıktık. Havaalanında euroları forinte çevirmek gerekiyormuş ve biz bunu unuttuk. Sonuçta avrupa dedik ve euronun geçeceğini düşündük. Bizi bir taksi şoförü karşıladı ve yeteri kadar ingilizce biliyordu. Uzun bir yolculuktan sonra bizi yurdumuzun önüne bıraktı. İngilizce bilmeyen bir kadının yardımıyla yurt kaydımızı yaptık. Odamıza yerleştikten sonra acıktığımızı düşündük. Bulduğumuz ilk bakkalda euro gösterdik ve "No, no, no!" şeklinde bir kafa sallaması hareketi ile karşılaştık. Tesco adında büyük bir market vardı, oradan bir şeyler alabileceğimizi düşündük ve bilinmeyene doğru yürümeye başladık. Tesco'nun yerini bilmiyorduk ama o gün doğru yönde yürümüşüz. Sadece yolun yarısına kadar gitmişiz. Yurda geri geldiğimizde bizim üniversiteden gelen kızlar oradaydı. Bir tanesi bize Gyors ısmarladı. Gyors macarcada "acele" demek yani fast-food gibi bir şey. Bildiğiniz döner ama yaprak değil, küçük parçacıklar halinde. Tavuk seçeneği vardı. Büfede ki adam suriyeli çıktı ve çok az türkçe biliyordu.
Karnımız doyduktan sonra kızlarla muhabbete başladık. Anlattıklarına göre 23 erasmus öğrencisinden 11'i türkmüş yani macarcası török. Ayrıca burada török lokantası çok var. İşletenler de türk tabi. Bir sürü türk olunca ve török lokantısına gidince, insan macaristanda olduğunu unutabiliyor.
İlk yerleştiğimizde yurtta fazla bir şey yapmadan yeni yurdumuza taşındık. Beş ay boyunca kalacağımız yurdumuza. Uzunca bir süre internet için bekledik. Aslında internet hala gelmedi ama bu yazıyı internet geldiğinde yollayacağımdan internet gelmiş gibi davranıyorum.
Yeni yurdumuz harika. Türkiyede bu kadar iyi bir yurt olabileceğini düşünmüyorum. Odamızda banyo, tuvalet ve mutfak var. İkinci gece bir arkadaşın odasına yarasa girdi. Fotoğraflarını gösteririm. Bir süre odanın içinde tur attıktan sonra pencereden geri çıktı.
Derslere geçelim bari değil mi? Hocalarla konuşup ders saatlerini ayarlıyoruz. Hocalarla konuşabilmemiz için onların bize zaman ayırması gerekiyor. Bu yüzden her gün kordinartörümüzün odasına gidip soruyoruz "Bir haber var mı?" diye. Şimdilik bir dersimizin kasımda başlayacağını biliyoruz. Bir dersimiz iki haftada bitti. Bir ders alıyoruz. Bir tanesi de haftaya başlayacak galiba. Ayrıca haftada 2 saat macarca var. Kısaca şu anda haftalık ders saatimiz 4, sadece dört.
Ders işlemiyorlar, sürekli partilere gidiyorlar peki bunlar nasıl bizden daha ileride? Bu mu yani? Adamlar sürekli rahat. Aklıma geldi, zamlar yüzünden olaylar çıkmış galiba. Biz olayın tam içindeydik aslında. Sesleri duyabiliyorduk. Sadece geçtik ve trene bindik. Sonra ki gün Budapeşteye gittiğimizde hiç bir olay yoktu. Sürekli budapeşteye gidiyoruz, burası aynı köy gibi ama şehir.
Asıl olayı unuttum. Bunlar 10 yıl kadar önce komünistmiş. O nedenle evler müstakil ve tek katlı. Herkes eşit bir bakıma. Merkezde büyük apartmanlar görebiliyorsunuz ama 1980 yılından öncesine benziyor. Çok eski binalar. İstanbulda da benzerlerini görmüştüm. Komünizimde ulaşım esas olduğundan her yere ray döşemişler. O zamanlar ulaşım bedavaymış. Şimdi sadece yaşlılara bedava. Onlar da sürekli dolaşıyormuş.

Resimler için de iki adres vereyim:
Birincisi ve İkincisi

Kendinize çok iyi bakın. Siteye bir şeyler yazın.

Perşembe, Ekim 12, 2006

uyumaktan önemli işlerim war

Düşündüm düşümden ayrı kaldım! Gece gece aklıma gelen lakırdı... Düşünüp düşünden ayrı kalmak... Ne kadar kulağa hoş gelen buna rağmen ne kadar soğuk bir laf! Söyledikçe, tekrarladıkça bir şeylerden sıyrılıyor gibi insan. Her söylediğimde bir anı, bir yaşanmışlık, bir değerli anekdot, bir insan daha eksiliyor sanki düşüncelerimden. Saçma sapan bir şey den bahsediyor olabilirim, ama korktum gecenin su saatinde su laftan, seviyorum ama korkuyorum da.
Aklımda yazıya dökülmeyi bekleyen sözcükler zıplayıp beynimi kemirip duruyordu saatlerdir ve hatta beni yatağımdan kaldıran, olduğum yerde huzursuzlaşmamı sağlayan yine bu sözcüklerdi, ama şu an hepsini bir araya getirip anlamlı bir yazı çıkaramayacağımı anladım. Çok acı çünkü uyuyamayacağımdan eminim. Berbat bir yazı için de uykusuz kalmak çok da istediğim bir şey değil. Aslında tema yine aynı -günün her saati hep aynı düşünceler; insan ilişkileri yada daha dürüst bir tabirle insanlarla çarpık ilişkiler kuran ben ve ilişki kurmaya çalıştığım kuramadığım, bu nedenle yok öle bir şey dediğim kimilerine göre kutsal olan o şey.
Bir gün bunları bırakıp güzel şeylerden de bahsedeceğim, Ataol Behramoğlu'nun hani Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var adlı şiiri varya, işte onun gibi yada Can Dündar' ın sevgi dolu bir yazısı gibi yahut Nazım'ın yazdığı
__Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın,
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak__
bu mısra gibi güzel, hayata ciddi bir hava katan, umut dolu bir yazı yazacağım bir gün... Kendimi hazır hissettiğimde! Ama put gibi beklememeliyim o günü; hazır olmak için çaba vermeliyim; saplandığım düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak, aynı anda yaptığım monolog sayısını minimuma süresini ise maksimuma çıkararak, daha stabil düşünmeyi öğrenmeye çalışarak, bu gibi şeylerle işte.
Artık insanları dinleyemediğim bir dönemdeyim! Bunu fark ettiğimde dünyam başıma yıkıldı, yaşlandığını birden bire fark eden biri gibi? Bunu sana söylemiştim! Biraz önce bundan bahsettim! Beni dinlemedin mi? Seninle bunu konuşmuştuk. Ne dediğini hatırladın mı? gibi sözler sıklaştı hatta her saat başı böyle bir söz duyar oldum. Kendimden nefret etmeye başladım? Bir şey anlatırken dinlediğimi düşünüp, aslında dinlememişim diyorum, dinlemeyi unuttum.
İşte bahsettiğim konularda bir şeyler yazabilmek için önce eski güzel günlere dönmem, önce dinlemeyi hatırlamam, duymayı bırakıp dinlemem, en az etrafımdaki insanlar kadar baktığımı görmem; ayrıntıları, hayatın kıvrımlarını, ufak tefek sancılarını, minik günlük mucizelerini fark etmem gerekiyor. 3-4 yıl önce sahip olduğum, fakat artık beynimin uyuşmuş köşelerinde terk edilmiş olarak bulduğum bu insanı insan yapan duygu düşünce ve yeteneklere kendimi tekrar açmam, onları bıraktığım yerlerden alıp onarıp kullanıma sokmam gerekiyor. Kolay görünüyor belki ama değil -hatta bence kolay da görünmemesi gereken bir şey.
Tekrar insan olmak gibi bir şey bu. Bunu yapmazsam günden güne artan yas tutmalarım, güvensiz bakışlarım, hayattan korkuşlarım, kendimden uzaklaşmalarım, asice büyüyen bir çocuk gibi görüp kendimi, ellerimi tutmaya korkmalarım yaşamın gizeminin güzelliğinin önüne geçmeye beni ondan mahrum bırakmaya devam edecek, bu arzuladığım son şey.
Bu gece yine her zamanki polemiklerimi yaparken kendimle bunları düşüneceğim aklıma gelmemişti. Kendime bu yazıya dökemediğim daha birçok şeyi itiraf ettim... Belki bundan sonrası hayatımın, daha umut verici olacak! Belki de ben hiç bir şey başaramayacağım ve bunlar bu yazıda kalacak. Öyle olmamasını umuyorum. İşte şu saatte yatağımda huzursuzca dönmemi, uyuyamamamı, klavye başına geçmemi, bunları düşünmemi isteyen, belki de beni seven birileri vardır. Belki bu sadece benimdir ama çok daha rahatlatıcı olanı belki de -kendimi kandırmak bile olsa bu - bunu isteyen başka birisinin olmasıdır. Kim bilir...

Salı, Ağustos 29, 2006

Alaka-ül Words 6

Zeytinyağlı yiyemem ammaan, nasıldı lan devamı? Ooo merhabalar okurist insan, hava çok sıcak di mi? Tamam, yazın ayrı bir konsepti vardır da bu kadar da olmaz ki, böyle de yatılmaz ki diye bir Orhan Veli şiiri vardı sanki dememle, yukarıdan teyzenin "küçüüüüük" diye bağırması bir oldu. Önce üstüme alınmasam da ısrar edince "teyzee, ben büyüdüm" dedim. "İyi de buradan karınca kadar gözüküyorsun" diyince olayın esrarını çözdüm.
Isınamadım lan bir türlü erişte yemeğine. Sanki içinden ablamın ileride evleneceği adam çıkacakmış gibime geliyor. Ben de ona "merhaba erişte, hamdolsun erişte" diyecekmişim sanki. Gerçi ablamın evleneceği yok ya. neyse, er işte bir hayır vardır.
Lan duydum da inanmadım, denedim oldu. İsmail yk'nın "bomba bomba" şarkısını tersten dinleyince şöyle diyo: "Ay lov zeytin, ay lov zeytin". Çok şaşırdım.
Sarhoş olmamak lazım harbiden. Olunca çiftetelli oynamaya başlamışız arkadaşla. Bir süre sonra arkadaş "düzgün oyna, elime bakma" diyince "yer değiştirelim lan o zaman" dedim, o da "denizden babam çıksa yerim değişmez" dedi.
Buldum lan; zeytinyağlı yiyemem ammaannn, asta la vista diyemem ammaannn.
Saygılarımınan...
Doğa "Perapolente" Genç

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Magnum

Bir iki üç dört tamam. Yedim ulan yedim. Dün gece hayatımda ilk kez Magnum yedim. Daha önce bir çok defa Magnum almak için gitmeme rağmen hep Cornetto alıyordum. Bu sefer ilk kez Magnum aldım. Harbiden güzelmiş. Cornetto'nun bütün çeşitlerini denemişimdir ama böyle bir tat hatırlamıyorum. Küçükken Max alırdım elime akardı, sinir olurdum. Sonra külah teknolojisine ilgi duydum. Çubuklu dondurmalardan uzak durmaya başladım. Zaten küçük bir bademcik sorunum var. Ama Magnum harbiden iyimiş.
İşin ilginç yanı ilk kez aldığım Magnum'da bir de bedava çıkması oldu. Bunları sizinle paylaşmak istedim. Bisiklet kullanmayı öğrendikten sonra dediğim gibi "Bende artık sizlerden biriyim."

Pazar, Ağustos 27, 2006

bir şehir hakkında ilk izlenim

Hiç istemediğim halde perşembe sabahı hataya gitmek zorunda kaldım.Kapıdan çıkarken anneme somurtuyordum ama elden birşey gelmiyordu yazılmış bir kere kaderime.Artık otoban araba ve tabela görmekten gerçekten sıkıldım neden hala ışınlanmayı bulamadılar ki?(hatay da hava alanı yok ama inşaatı başlamış.)Adana'dan sonra iskenderun vardı.Hataya giden yol iskenderunun arkasında kalan dağadan dewam ediyor ve iskenderun kuş bakışı eşsiz deniz manzarasıyla harika görünüyodu.Yol boyunca deniz bir görnüp bir saklanıyordu.İskenderundan sonra yaylası olan belen i geçiyorsunuz ve hataya yaklaştıkça dağlara tırmanıyorsunuz.Dağlara tırmandıkça hava soğuyor ve sislerin içine giriyorsunuz taki artık amip ovasına inmeyene başlayana kadar.Uçsuz bucaksız düzlüklere doğru dağlardan inmeye başlıyorsunuz ve harika manzara size eşlik ediyor.Eğer bizim gittiğimiz gün sis olmasa suriye dağlarını da görebileceğimi söylediler.Aslında görüpte ne yapabilirim yani, bildiğimiz dağ işte ama bize ağit değil ya işte ilgi çekiyor.Hataya ilk girdiğimizde gördüğüm bir tabelayla birazcık şaşırdım.Mustafa Kemal üniverstesine giden yönü işaret ediyordu ve ben hatayda üniversite olduğunu bilmiyordum.(ewet tamam bu biraz cahilliğe giriyor kabul).Misafir olduğum eve gittikten sonra biraz dinlendik ve akşam yemeğe çıktık.Yediğim yemek adana kebap oldu.Başka bir tadı hemen denemek istemiyordum ve gerçekten de kebabı orada da güzel yapıyorlar.Cüküs die tabir ettiğim bir caddesi var ve tüm cüküs mağzalar,lokantalar,cafeler orda sıralanmış.O caddenin bitiminde,asi nehrini geçtikten sonra şehrin merkezine geliyorsunuz ve mısır çarşısını andıran bir mağzalar zinciri görütüsüyle karşı karşıya kalıyorsunuz.Heryerde künefeciler ve elektronik alet satan dükkanlar var.Halep'e pasaportsuz turistik geziler varmış.Sanırım bu gezilerden halk bayağı bir eşyayı türkiyeye getirip pazarlıyor.Etrafta dikkatimi çeken okadar çok şey vardı ki!Mesela 5 arabadan 3 ü mercedes,bazı arabaların plakaları arapça,neredeyse herkes arapça biliyor ve konuşuyor gibi gibi şeyler.
2.gün Harbiye'ye gittik.Harbiye şehrin dışında bir ilçesi.Orada harika bir doğa ve manzara var,tüm eylence mekanları ve oteler de orada neredeyse.Şelalelerin içinde lokantalar var hatta suyun içindeki masalara oturup hatayın harika yemeklerinden yiyebiliyorsunuz.Akşam hava kararınca Harbiye gerçekten çok kalabalıklaştı ve akın akın da araba gelmeye devam ediyordu.Yani ben hataya giderken çok önyargılıymışım,okadar farklı ve ilginç adetleri varki ve gerçekten çok sahipleniciler.Arabayı durdurup bir adama adres sorduk mesela ve gideceğimiz yeri bize tarif etti hatta bir mekan söyledi bizde gittik.Gittiğimiz mekanda bizi kapıda karşıladılar hata telefon edilip bizim gideceğimiz haber verilmiş ve biz gidene kadar da hizmette kusur olmadı gerçekten çok ilginçti herkes çok sıcak ve çok iyiydi.Bence türkiyede gezilip görülecek daha çok ilginç ve güsel yerler,tanışılacak çok insan var.
fulyy'önyargıdan öldü'guler

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

Fikrinden geceler yatabilmirem

Aslında çok güzel edebi bir eser çıkaracaktım ama sonra canım sıkıldı, sıkmayayım insanları dedim. Son zamanlarda çok fazla minibüse binmeye başladığımdan, bir çok anım oldu. Bir çok lafı düşünceme göre ikiye tekabül ediyor. Aklıma geldikçe gülüyorum yani böyle sırıtmak falan değil, deli gibi yolun ortasında gülebiliyorum. Gülmemi sağlayan olay şu:
Para öptürme numarası: Minibüste ortalarda bir yere oturacaksınız. Sonra elinizde ki bozuk parayı önünüzde ki insanın gözüne sokarcasına uzatacaksınız. O sırada hafifçe omzuna dokunun ve sürpriz. Ani bir kafa çevirme hareketinden sonra kurbanınız elinizde ki bozuk parayı öpüyor olacak.
Buna çok yakın bir olayı yaşadım ama yeterli değildi. Cesaretsiz bir insanın bunu denemeye korkması ve deli gibi aklına getirip gülmesi de ayrı bir olay tabi. Geçelim ikinci olaya:
Aynalara küsmek: Bu olay daha korkunç. Minibüsün yanında sehir halinde olan aracın camından dışarı bir kafa sağ tarafta ki dikiz aynasına doğru uzanıyor. O da nesi? Adam dişlerini çıkarmış, suratını korkunç bir ifade katmış ve aynaya bakıyor. Ben de şaşkın bir ifade ile adamı izliyorum. Sonra beni fark etti ve gözlerini kısarak kızgın surat şekline geçti. Bende bunu fark ettim ve "Ehehe kendini embesil haline sokarken seni görmedim, sürekli sırıtan delinin tekiyim ben." ifadesini yüzüme yerleştirerek hafifçe sırıttım.
O değilde aşağıda ki yazıya yorumlar çok dini iç erikli olmuş. Bu nedenle aklıma Kuran okuyan minibüs geldi. Sabah minibüse bindim. Henüz yeni uyanmışım hatta uyanamamışım. Minibüse bir girdim, biri Kuran okuyor. Şoförün yanında ak sakallı bi amca var. "Acaba o mu okuyor?" dedim. Etrafa attığım bir kaç temkinli bakıştan sonra sesin teyipten geldiğini anladım. İlahi de değildi resmen Kuran okuyordu. Bir huşu içinde gittim iş yerine. Bunu ayda ezan sesi duyan Neil Armstrong gibi anlatmam garip bir benzerlik. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın. Dur bakayım yazının sonuna Yusuf İslam koyabilcem mi?

Cuma, Ağustos 18, 2006

TAKILANZİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ

Doğanla konuşmaktan yazmadım gitti yazıyı.Hatta ne yazcaktım ben?EE kayış nekar sağlam olsa da kopuyor bir yerde.Dün böyle bizm evde toplanmışız yaz okulunun son günlerinde veda toplantısı yapıyoruz.Herkeşler ayrılıcaz falan die işte üzülüyoruz ama sonra gecenin ilerleyen saatlerinde bir bakmışız yine dünyayı kurtarıyoruz.Siyasi içerikli sohbetler havada uçuşuyor başı çekenlerden biriyim.Ben pek siyasi tartışmalara konuşmalara girmem esasında siyaseti sevmediğimden değil aksine siyasete ilgimden.Bence siyaset öyle gürültüyle patırtıyla olacak iş değil yani ben buna inanıyorum.Eğer sen bu konuda boş boş hiç bir şey yapmadan bir üniversite öğrencisi olarak takılıyorsan...(üç nokta)Konuşmicaksın ozman.Ewet tartışmalar insana yeni görüşler katabilir ama onunda bir sınırı olunca sen kafanın dikine gidince hiç bir işe yaramıyor.
-Her neyse bu konuyu fazla uzatmicam.Bunları konuştuktan sonra ben yeterin ulen die bağırdım ve bitirdim bu sohbeti.Sonra çocukluktan açıldı konu.Küçükken erkek çocuklarında parmak atma tabiriyle yapılan bir hareket varmış ve bu harekete neden ihtiyaç duyuyorlarsa çok sık yaparlarmış.Adı üstünde işte salak malak bi çocuk.
ohaa saat 12 olmuş yarın sınaw war we ben hiç çalışmadım(yazamadığımdan değil salla)
DEWAMI olabilir ...
(aranjman ve düzenleme doğan:))
fulyy'eksik'guler

Pazar, Ağustos 13, 2006

ödümün insan dışkısına karıştığı anlar

En korktuğum dakikalar:
-Bugün akşam yürüyüşe çıktık ev arkadaşlarımla.3kız alık alık yürüyoruz böyle cadde kenarından.Muhabbete dalmışız hiç farkında değiliz bir araba yawaşça arkamızdan yaklaşmış gerzek bir bağırı incecik bir sesle kızlaaaaaaaar diye biz üçümüz hawada birbirimize önce sarıldık sonra yere indik beynimin bir an korkudan durduğunu hissettim caddede de bulunan herkeşler koptu bizim halimizi görünce.rezil olduk walla iyiki telewizyon şakası falan değil o halimizi gören...!
-dün bi manyaklık yapalım dedik araba kiralayıp çeşmeye kaçtık.önce deeniz keyfi yaptık sonra gecelere...Şöför arkadaşın fazla içmesi yasak tabi ama hiç dayanabilir mi ortama.Bide öleesine gittiğimiz bir mekanda(Shayna Beach) miller ın partisi varmış power fm le beraber düzenledikleri.DJ Ravın varmış.Dedik bukadar şans olur!sonra neyse bizim şöför çaktı votkaları ayakta zor duruyor tutturdu ben sürcem arabayı die adam bide hız manyağı.Walla dua ederek bindik arabaya.en son bindiğimi hatırlıyorum ben bitkisel hayata girmişim çığlık çığlığa izmire geldik.
Otobanda hıza bayılırım ama dün ohaa dedim benim canım çok tatlıymış.
-bir yaz okullar tatilken sanırım ben ozamanlar lise 2 ye falan gidiyorum adana da sialhlı bir manyakla karşı karşıya geldim.silahı bana doğrultmuştu.O zaman sanırım artık korku falanda değildi hissettiklerim kabullenmeye falan başlamıştım öleceğimi.Fulya dedim kızım işin bitti ölüceksin birazdan hiç kurtuluşun yok hayat sana buraya kadarmış annem şimdi nasıl üzülecek falan diye düşünmeye başladım.O ara nasıl olduda bayılmadım öyle ayakta kalakalmışım anlamadım.Nasıl adamdan kurtuldum o adama o halde nasıl bağırmışım hatırlamıyorum görenler anlattılar bana.Ben bu olaydan sonra 2 yıl kendime gelemedim korkudan sarılık olucaktım nerdeyse sanırım 15 kilo falan vermişimdir o olaydan sonra.Hiç bir şey yemiyordum ve herklesten korkuyordum.Hala bir yanımda vardır paranoyaklık.
-abim her seferinde ben evde mutfaktan çıkarken tam köşeyi dönüyorum napıyon die bağrıyo ve ben herzaman zıplıyorum.Bir gün ölüp gitcem görücek şapşal!
-erkek arkadaşımla ilk defa dışarı çıkıyorum üniversiteye geldiğim ilk yıl.Yürüyoruz böyle kordonda romantik olsun dedik akşam takılalım deniz kenarında.Hayvan gibi bir köpek(!o zaten bir hayvan)üzerimize doğru koşmaya başlamasın mı ben tabi kendimi en son erkek arkadaşımın kolları arasında buldum.Bir özür falan yanaklarım kızarmış o pis pis gülüyo bir ara zaten o köpeği onun oraya getirdiğinden falan şüphelendim.Acaba tesadüf değil miydi?diye sormaktan kendimi alamadım.:)
-ewde tek kalıyorum böyle ben korkmam ayaklarına yatıyorum.annemler arayıp arkadaşına falan git yalnız kalma diyorlar(bu olay bu seneden).Ben yok yaa ne olucak kalırım diyorum sonra gece saat 11 oldu bilgisayar başında takılıyorum elektirikler gitmesin mi:O.Ben yusufçuk yusufçuk...Arıyorum evde elektirik gidince yanması gereken bir lamba olucak o yok çalışmamış bide allahım dedim ölsem daha iyi galiba.Hemen arkadaşımı aradım kurtar beni diye.Ogelene kadar be ölücem attım kendimi balkona giremiyorum içeri her eşya üstüme falan gelio.arkadaşım gelse duyamicam.sonra yan komşu biliomuş tek olduğumu balkondan seslendi fulyy gel istersen die ölee yok gelmim ayağı yapıyorum güldü ii hadi sokak kapısına gel beraber bekleyelim arkadaşını yaptı olur dedim hemen.sonra arkadaşım gelince ne korkucam yaaa alla alla yapıom da yemedi tabi kimse.
-Geçenlerde eve bir arkadaşımı davet ettim.Akşam 9 gibi falan gelicek.ben bekliyorum bekliyorum gelen giden yok.saat 10 gbi bir msj geldi 10dk sonra ordayım diye.Ohh iiimmiişşş falan dedim.Arkadaşlarla evde oturuyoruz aradan 10dk geçmiş bizim evin yanından geçen sokaktan bir kaza sesi ama nasıl bir ses,dedik bomba falan patladı herıld.Sonra bir çığlık sesleri yardım edin koşun yetişin ölüyor diye,aman allahım ben koptum zaten dedim benim arkadaş falanda orda benim yüzümden öldü çocuk.Hemen telefonu aldım ambulans çağırdım bu arada kulaklarımı tıkıyorum o çığlıkları duymiiim diye ağlıyorum bir yandan.Aşşağı fırlamışım üstümde pijamalarım.İki araba çarpışmış 3. arbada çarpanlara vurunca bir araba şöförün üstüne devrilmiş yanında karısı ve çocukları da varmış.Bir yandan seviniyorrun bizmki değilmiş diye bir yandan kalbim duracak gibi bakamıyoyorum kazaya.
fulyy'tısık tırsık'guler

Salı, Ağustos 08, 2006

bol üç noktalı yazı...

[uyku]

...sonra masmavi taştan yapılmış,basit,ufak köprüden geçtim.Karşımda sonsuzluğa uzanan yemyeşil bir ova vardı.Sonsuzluksa tam karşımdaydı.Orada galaksiler çarpıştı,gökadalar uzay denen karanlık boşlukta amaçsızca sürüklendi ve zavallı gezegenler devasa ateşten topların çevresinde dönüp durdu.Hepsini açık seçik görüyordum.Sonra sonsuzluğa doğru koşmaya
başladım.Sonsuzluk aslında sonsuz bir uzaklıktı benim için ama bu fikri kavramayı başarabilirse zihnim,o zaman sonsuz gibi görünen aslında en yakınımda olacaktı.Ben buna inanmıştım.Hatta inanmaktan öte obsesiflik derecesinde tutulmuştum bu "sonsuzluğa ulaşmak" fikrine.İnanılmaz bir hızla koşuyordum şimdi.Yüz derimin kemiklerime yapıştığını hissedebiliyordum.Sonra kollarımı iki tarafa doğru açtım ve kendimi bıraktım.Uçuyordum...

[uyanıklık]

...çantamı bulamıyorum.Annem yine en alakasız yere koymuş olmalı s.ktiğimin çantasını.Sabahın altısında uyanıp çanta aramaktan daha beter birşey olabilir mi?Ah,işte orada.Hmmm..Cüzdan?Tamam.Anahtarlar?Tamam.Paso?Tamam.Telefon?Tamam."Baba ben çıktım görüşürüz!"...

[uyku]

...yeşil derili cin yanıma yaklaştı.Kulağıma doğru eğdi başını ve konuşmaya başladı.Nefesi çürük yumurta ve pas kokuyordu.O konuştukça imparatora yapılan ihanetin arkasında yatan gerçekleri daha iyi anlıyordum.Sonra anlatacakları bitti.Mahluğu bu dünyaya bağlayan efsunu bozdum.Tüm odaya yayılan zümrüt rengi bir duman olup kayboldu...

[uyankılık]

...insanlara tahammül edebilme yeteneğimin gittikçe azaldığını hissediyorum.Eskiden farklılıklara daha açık bir insandım.Şimdi önyargılarla kaplı zihnim.İnsan yaş aldıkça,kendi doğru ve yanlışları ekseninde bir gerçeklik yaratıyor.Buna uymayan her olayı,nesneyi ve kişiyi en iyi ihtimalle yok sayıyor ya da daha beteri,yok etmek istiyor...

[uyku]

...ama gerçek bu değil!(sonra iki adam boyunda,köpeğe benzer yaratığın ağzı (sağ bacağım içindeyken üstelik!) kapandı.Jilet keskinliğinde dişler dizkapağımı parçaladı.Başta ufak bir acı hissettim sonra tek gördüğüm bacağımın kopan kısmından fışkıran kendi kanımdı.Kızıl bir rüyaya daldım...)

[uyanıklık]

..."abi ne istediğini bilmiyorsun bence"dedim.Bakışlarını masaya eğmişti.Hiç bakmazdı zaten yüzüme.Gözlerinin içini görme fırsatını vermezdi kimseye.Dolayısıyla kimse ruhunu bilmezdi.İnsanlara bakmamayı marifet saymıyordu aslında.Bir gün İstiklal'de yürüdüğümüz sırada caddenin sonuna uzanan kalabalığı göstererek "oğlum şunlara bak"dedi,yüzünde dehşet dolu bir ifade vardı."korkunç lan harbiden!"dedim ama bana o kadar korkunç gelmemişti.Duruma uyuyordum sadece...

[uyku]

...ölü bir şehir panoraması.Güneş batıyor.Siyah şehir şimdi kana boyanmış gibi adeta.Kızıl...İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra harap olmuş bir şehir görüntüsü geliyor aklıma.Burası o şehre çok benziyor.Yıkılmış binaların gölgeleri kanlı parmaklar gibi uzanıyor sokaklarda.Ben sadece yürüyorum.Parçalanmış bir kaldırımın kenarında ölü bedenler görüyorum.Kimisinin kolu,kimisinin kafası yok.Kara anılar...Bir zamanlar yaşayan bu şehirde kendilerine ait hayatları olan,nefes alan insanlardı bunlar.Şimdiyse deli bir ressamın tablolarında görülebilecek türden grotesk figürler olmuşlar.Bense sadece yürüyorum...

[uyanıklık]

...uykum var.

Pazar, Ağustos 06, 2006

Minibüs ve Kafa

Staja başladım. Çalıştırmazlar gibi bir düşüncem vardı suya düştü. Yormasalar da çalıştırıyorlar, aslında çalıştırmaları daha iyi yoksa zaman geçmiyor. Konu o değil ondan sonrası. Saat 17.30 fabrikadan çıkıyorum. Aç ve yorgun olarak minibüs durağına gidiyorum. Durağın yanında ki seyyar satıcıdan bazen limonata alıyorum. Önden 3. sıra tam olarak camın açık olduğu yere denk geliyor. Hemen cam kenarına ilişiyorum. Perşembe günü kendimi iyi hissediyordum ve kimseyi umursamadan. Dirseğimi camdan dışarı çıkarttım ve başımı da dışarı uzattım. Sonra hayatta her zaman ki sıradanlığından kurtuldu. Kaldırımda ki insanlara çok fazla yaklaşıyordum, araba sürtecek gibi oluyordum. Ama içeri giresim bir türlü gelmiyordu. Çimleri sulayan su tabancası yolu doğrulmuştu ve ben onu görmüştüm ama yine de içeri kaçmadım. Sadece gözlerimi kapadım ve suyun beni ıslatmasını bekledim. Çok güzeldi :) Sonra kızın teki elini kafasının üzerine koymuş bir şekilde yanında ki kıza "Çocuğun kafatası böyle" gibi bir şey söylüyordu ve benimle göz göze geldi. Yanında ki kıza "Aynı şu çocuğun ki gibi." dedi. Annemin bile yıllar sonra fark ettiği kafatasımda ki yamukluğu kız tek bir bakışla hatta ben minibüsle hareket halindeyken anlamış mıydı? Ağzıma kaçan ilk sinekle birlikte ağzımı kapattım. Eve geldiğimde doğrudan berbere gittim ve saçımı kestirdim. Artık hep aynı yere oturuyorum ve kolum hep aynı yerde. Arada sırada farklılık yapmak lazım. Aman nede büyük farklılık diyerek bitirmek istiyorum.

-Aman nede büyük farklılık!

İç Kanama

ER34, Drama ve Despo arkadaşların bir final öncesi hazırladıkları hafif küfür içerikli rap (rep) şarkıları. Dinleyin bakalın. Eleştirilerinizi bekliyorlar. Klip çekeceğim gruplar arasında bu grupta var. Şarkıyı buradan indirebilirsiniz. Resim bizim okulun bahar şenliklerinde verdikleri konser sırasında çekildi. Farklı müzik türlerine de kapımızın açık olduğunu göstermiş olduk.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

Aktarımsal Bölge Canavarları -2-

Orukayu:Nam-ı diğer "yıkım getiren".Aktarımsal Bölge canavarlarının en güçlüsü,tek bir bakışıyla hasmının kalbini durdurabilecek güce sahip kadim bir "dehşet".Dostlarım şu anda bu kelimeleri yazarken dahi ellerim titriyor.İblislerin en güçlüsüyle bir kez karşılaştım.O zamanlar henüz gençtim,sanatta pek az yol almış bir çıraktım.Kendime fazla güveniyordum,kibirliydim.İblisin yaşadığı düzleme bir boyut kapısı açmayı başardım[şimdi anlıyorum ki bunu başaran ben değilmişim,iblis bir şekilde ne yaptığımın farkına varmış ve kendi boyutuna beni "çekmiş".]Orada yaşadığım işkenceler ve nasıl kurtulduğum bir başka yazının konusudur.Aklıma yaşadığım ızdırapları getirmemeye çalışacağım ve basit bir zihnin,sizin paranormal diye adlandırdığınız olgulardan korumak adına çevresine ördüğü bariyerleri bir kaç efsunla daha da güçlendererek yazıma devam edeceğim.
Orukayu hakkında bilgilerimi uzakdoğu kökenli eski yazıtlardan elde ettim.Dünyanın o ucuna niye bu kadar ilgi duyduğunu açıkçası bilmiyorum ama bu yaratık o diyarları kadim çağlardan beri lanetiyle kasıp kavurmuştur.İnsan suretine girdiğinden bahsedilmez o yazıtlarda.Baktığınızda gözlerini yakıp eritecek lanetli beyaz bir ışık hüzmesinin içindeki ifadesiz bir insan çehresinden ibaret bir fiziki yapısı vardır.Bu,gerçek formudur.Ancak son dönemlerde o da diğer gece yaratıkları gibi biz ademoğullarının kılığına bürünmüş,zehirli kelimeleri ve güç vaatleriyle ırkımızı yıkıma ve cehennem denen o dipsiz çukura sürüklemektedir.Kontrol altına alınamaz.Her ne kadar muhtelif kaynaklarda bu iş için çeşitli yöntemler önerilse de ben bunları deli saçması olarak adlandırıyorum.Sadece iblisin ilgisini üzerinize çekersiniz bunları uygularsanız ve bu da büyü sanatında çok güçlü değilseniz ölümden daha beter şeyler yaşayacağınız manasına gelir.
İblis,yakın çevresindeki havayı kontrol edebilmekte,kısıtlı bir alanda ani fırtınalar dahi yaratabilmektedir.Ayrıca "kara lisan" üzerindeki hakimiyeti inanılmayacak derecede mükemmeldir ve tek bir sözüyle sizi başka bir varoluş düzlemine yollayabilir veya bedeninizi parçalara ayırabilir.Bildiğim tek zaafı ay ışığıdır ve bu ışık da sadece iblisi rahatsız eder,üzerinde kendisini bağlayacak ya da kendisine zarar verecek herhangi bir etkisi yoktur.
Son olarak size kendisi hakkında verebileceğim en iyi öğüt O'ndan uzak durmanızdır.Zira muazzam bir güce haizdir ve kökeni hakkında okuduğum kaynaklardan birinde,Luciferle birlikte cennetten kovulan düşmüş meleklerden biri olduğundan dahi -şüpheyle de olsa-bahsedilmektedir.Bunlar doğru mu değil mi,muhtemelen bunu sadece iblisin kendisi bilmektedir.Sanatta yeni arkadaşlarıma tavsiyem benim gençken kapıldığım o kibir denilen lanetli duyguya kapılmamaları ve başlarından büyük işlere kalkışmamaları olacaktır.

İstanbul Baş Büyücüsü Kelam Efendisi Memth

fantezi fantazi

Hani şöle bişi vardır hangi canlı olursan ol şeet.Şeetmek nedir?Şeetmek türünün devamını devam ettirmek için(!)tamamen güdüsel enerji aktarımıdır...Bu olayda enerjiyi nereye aktardığın önemli tabi.Hayvanların şeetmesi komik gelir bize.Bir filin şeetme çabasını düşünsenize,uzun atlama yarışı gibi.İnekler azınca kuyrukları havada koşmaya başlarlarmış buna halk arasında ineği bökenek tuttu denirmiş.İneğin sahibi bir dana sahibine bizim ineği bökenek tuttu seninkiyle bir şeetse?dermiş.Eee inekte bi canlı onunda bir enerji birikimi oluo,türünün devamını sağlamak zorunda.Danalarda zaten dünden hazır olurlarmış bu işe hiç önemli değilmiş zamanı mekanı.Fantazi falan zor yani.Bide insanlara sorsak şu fantazi meselesini.İnsanlar kadar bu konuda yaratıcı canklı yok.Bu günlerde otoban kenarı fantazisi 1 numara.Adam araba kullanırken bi bökenek tutuyo bi şeetsem die atıo kendini otoban kenarına.Hemen buluo bi eş atıo çalıların arasına doağa fantazisi falan alıo tek tek hastalıkları.Hepatit,AİDS ne bulursa boyun eğiyo.Sonra bide hanımı bökenek tutuyo hanımda alıo hastalıktan payını bide hanım adamı aldatıyosa şerefsz sevfgili de alıo mikrobunu oooo toplumsal olarak hepimizi bökenek tutuo sonra.Uzmanlarda merak edio bu hastalık nası nerden gelio die.Bizim esnafa göre muzun üstünde geliomuş:)Meyvelerin üstünde başka hastalıklı ülkelerden geliomuş.Fantazi önemli bişey.Hatta bir çok erkeğin ölümüne sebep oluyor.Bir çok erkeğimizi bu fantazi yüzünden kaybediyoruz.Kadın erkeği yatağa bağladı mı bizim şapşallar mest oluoyr,kadın da bi sapık çıkınca tüm bıçak darbeleriyşle yada pipisinin kesilmesiyle hadım olup gidio.Zawallımın tüm fonksiyonu hayatı bitmiş oluyor nede olsa ordan önemli bvişi yokı ya.Dikkat etmek lazım annelerizin duyduğu halk efsanelerinde de hep fantazilerin bir yeri vardır.Nette tanıştığı kızın evine giden genç kendini çıplak küvette bulur ve böbreği çoktan gitmiştir kanlar içinde öleece kalakalmıştır.İnsan olmak lazım:)Üremeninde bi adabı war tabi.
ANLAMSIZ BİŞİ---Yaaa odam da 1 yıldır sarı bir kalem var ve kimin olduğunu bilmeden onunla yaşadım bir ara kimin olduğunu buldum teslim ettim ama bu sabah yine odamdan çıktı nedir bunun sırrı?Bu bi işaret mi?
TOP HOP 5'İM
1-ÇAMUR-HARA
2-YAVUZ ÇETİN-SADECE SENİN OLMAK İSTİYORUM
3-ERİC CLOPTAN-KNOKİN'ON HEAVEN'S DOOR
4-FİNGER ELEVAN-SLOW CHEMİCAL
5-BLACK LABEL SOCİETY
fulyy'ne dio bu yaa'güler

Salı, Temmuz 25, 2006

Yol kenarında oynayan çocuklar

Bilmem gördünüz mü? "Pinhani" diye bir grup var. O kanaldan bu kanala atlarken "İstanbulda" adlı şarkılarının klibine rastladım. Normalde fazla beklemem ama bekleyesim geldi. Klibi eleştirmen gözüyle izliyordum. Şuraya şu çekim iyi olur diyordum ve yönetmen o sahneye geçiyordu. Benim çekeceğim açıları kullanıyordu. Grup amatör duruyor zaten ilk albümleri. Yönetmen sanki "Ben hallederim abi o işi." lafıyla işi almış kamera meraklısı bir genç. Yönetmen de grup kadar acemi duruyor. Şimdi yalınlar yani Trockya Grubu için bir klip çeksem aynı böyle olurdu diye düşünürken. Klibin sonu geldi ve köşede yönetmenin adı belirdi...

"O. BAYRAM" yazıyordu.

"Aman tanrım geleceğimi görüyorum!" dedim ve diz çöküp ağlamaya başladım. :) Şaka tabi ki sadece şaşırdım. Lütfen o klibi sizde izleyin, "Dream Tv" de çıkıyor kendisi. İzledikten sonra bana doğru gördüğümü belirtirseniz sevinirim.

Pazar, Temmuz 16, 2006

Aktarımsal Bölge Canavarları -1-

Dostlarım sanırım artık bazı gerçekleri sizle paylaşma zamanım geldi.Çok yoruldum zira.Bazı gerçekleri o denli uzun süredir saklı tutuyorum ki...Ama artık zamanı geldi.Kadim güçler uyanıyor,kabuslarda kalması gereken şeyler gece gölgelerinden dünyamıza sızıyor,karanlık gün be gün büyüyor.Bunu yapmam doğrumu bilmiyorum ama bildiklerimi sizlerle paylaşmam gerektiğini hissediyorum.Hepsiyle tek başıma savaşmam imkansız.Eğer bu yazıyı okur,burada yazılı korkunç gerçekleri öğrenirseniz hayatınız eskisi gibi olmayacak buna emin olabilirsiniz.Farkındalık ve bilgi sizi diğerlerinden ayıracak ve güçleneceksiniz fakat bundan önce içinde bulunduğunuz cehaletin getirdiği mutluluğu da kaybedeceksiniz.Bu bir uyarıydı.Eğer hala bu yazıyı okumakta ısrarlıysanız ,gölgelere hoş geldiniz demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Garip bir çağda yaşıyoruz.Sadece masallarda varolduğunu sandığımız iblisler,habis ruhlar,alevden olma kibirli cinler aramızda yaşıyor.Tabii onlarınkine yaşamak denirse...Karanlıktan da karanlık bir yerden gelen bu acı dolu ruhlar,yaşadıkları nefreti ve ızdırabı bize de çektirmek istiyorlar.
Ben onların karşısında duranlardan sadece biriyim.Sayımız az.Güçlerimiz bu yaratıklarınkiler karşısında aciz ama umudumuz var.Bu yazıyı okuyan dostlarım,umut ediyorum ki burada yazılı bilgiler işinize yarar.Karanlıkla yaptığımız bu savaşta size yardımcı birer umut ışığı olurlar...
...ya da siz de diğerleri gibi kaybedeceksiniz ruhunuzu...
Bu ilk yazımda size aramızda insan suretinde dolaşan bir kaç yaratıktan basedeceğim.Bunlara karşı dikkatli olun.Hepsinden korunmak için ayrı büyüler ve efsunlar yapılabilir.Ben,bilgim yettiğince size yol göstereceğim.
Umut edelim ki bu bilgiler işinize yarasın dostlarım...

PeraPolente:Aktarımsal Bölge diye tabir edilen günah yuvasının müdavimi bir gece yaratığı.İnsan suretinde dolaşmasına rağmen onu bizlerden ayıran bir kaç özelliği yok değil.Örneğin tişört sandığımız şey...Orda bir yüz var görüyorsunuz.Bu Doğa denilen iblis istediği zaman o yüz canlanır ve her kelimesi iğrençlik dolu bir lisanda konuşur.Kelimeleri bir delinin mırıldanmalarına benzer.Ancak aklınızı kaybetmenize yol açacak kadar etkilidirler.PeraPolente hitit dilinde "nefes boğan şeytan" manasına gelmektedir ve bu iblisin kullanmaktan en fazla keyif aldığı ismidir.Efsanelerde 47 ayrı ismi olduğu ve bunları bir kerede doğru sıralamayla arka arkaya söylediğinizde bu iblisin yanınızda peydah olarak bir dileğinizi gerçekleştireceği rivayet edilir.Araştırmalarım sırasında elime geçen eski uygarlıklara ait bazı kitaplardan edindiğim bir başka bilgi de şöyle:bu iblis müziği çok sevmektedir.Melodilere karşı garip bir zaafı vardır ve pek çok eski büyücü bu iblisi müzik kullanarak boyundurukları altına almış ona isteklerini yaptırmışlardır.Ancak böyle bir işe kalkışırken çok dikkatli olmak gerekir.Eğer sanatta[büyüden bahsediyorum]yeterince ileri düzeyde değilseniz,karanlığa düşmeniz işten bile değildir.

Ömer:En tehlikeli canavarlardan biri.Çehresi herkesi etkileyecek yalancı bir masumiyet taşır.Ancak bu tamamen bir aldatmacadır ve bir kez ağına kapılanlar göreceklerdir ki nefreti fırtınalardan bile tahrip edicidir.Alevleri kontrol edebilen kovulmuş bir cindir.Ne bizim dünyamızda ne de gözlerimize çekilmiş perdelerin arkasında kalan adını anmayacağım o diyarda yaşar.İkisi arasında kısılıp kalmıştır ve bundan dolayı insan zihninin alamayacağı devasa bir garez taşır içinde.Zamansız boşlukta canlı alevden bir sarayda yaşar ve daima yanar.Bu dünyada kandırıp yanına çektiği kayıp ruhların yaşadığı işkenceler tek eğlencesidir.Babilin çöküşünü getiren fırtınada rolü olduğunu eski yazıtlardan öğrendim ama bu konuda bilgiler yetersiz.Ayrıca bu yaratığın da müziğe karşı zaafı olduğu bilinmektedir.Yukarda bahsettiğim şekilde kontrol altına alınması muhtemeldir ama aynı tehlikeler yine geçerlidir.Ayın yeniay olduğu formunda,karanlık bir ortamda 11 mum yakılır ve insan nefesi kullanmayan herhangi bir enstürmanla doğru melodi çalınırsa bu alev ruhu çağırılabilir.Ancak kontrol edilmesi çok güçtür ve yalanlarıyla kendisini serbest bırakmaya sizi kolaylıkla ikna edebilir.

Dostlarım,şimdilik bu kadar yazabildim ama merak etmeyin ileriki yazılarımda daha pek çok yaratıktan bahsedecek ve sizi bilgilendirmeye devam edeceğim.

Işığın yolundan ayrılmayın!

İstanbul Baş Büyücüsü Kelam Efendisi Memth


ordan burdan

Bir kaç gündür ev dolup dolup taşıyor.Dün evde 8 kişiydik allah'tan ev de yatacak yer problemi olmadı.Her oda da ya 2 kişi ya da 3 kişi kaldı.Yarın 2 tane sınavım var ve ben halen dersin başına oturabilmiş değilim,neyseki kolay da pek kasmıyorum.Hafta sonu Ayvalık işi de yattı çünkü misafirlerimiz vardı tüm cuma ve cumartesi izmir'i gezdim.Şu sıralar izmir pek kalabalık değil çünkü herkeşler ya denizde ya da başka bir yerde tatilde.
Misafirlerimizle ilk önce gezmeye İnciraltıyla başladık.İnciraltı sahilde ve harika balıkçılar,cafeler,restoranlar var.İnsan kendini orda acaip huzurlu hissediyor.Özdileğin marketinden alınan aparatiflerle sahile oturup keyif yapmanın tadı bambaşka 0luyor.
Sonra Alsancak'ta bir akşam yapmak:rock barların önünden geçerken siyah giyen adamaların içmeleri,sokakta tesbih satan zencilerin şirinliği,saksofon çalan romantik adamın hiç nefesinin tükenmeyişi ve sizi o harika,büyülü havaya sokması,tikilerin komikliği,travestilerin yanınızda ki erkeklere bulaşması,sahil tarafından yürürken her cafe'nin her barın önünde duran adamın kolunuzdan tutup size zorla içeriyi göstermesi,midyecilerin önünün kalabalıklığı ve daha bir çok şey gerçekten yaşamadan tat almanızı ve yaşadığınızı hissetmenizi sağlıyor.İzmir konum ve durum itibariyle hem eylenmeyi seven hem de eylenmeyi bilen bir şehir olduğu için hiçbir memleketinde canınız sıkılmıyor.Her yerde mutlaka ilginç olaylarla karşılaşıyorsunuz.Özellikle kıyıya yaklaşan arap gemilerinin mürettebatı Alsancak sokaklarına inince bu ilginç görüntü karşısında şaşkınlığınınızı gizleyemiyorsunuz.Sarıklı beyaz üniformalı zenci bir sürü yağız delikanlı ya mağzalarda alışveriş yapıyor ya kordonda çimlere uzanmış izmirin kızlarını kesiyor ya da izmir sokakların da volta atıyor.Hatta arkanızdan hiç bilmediğiniz bir dilde birşeyler söylüyorlarsa ve siz dönüp ingilizce yanıt veriyorsanız durum olduğundan daha da komik bir hale geliyor.Geçen gün arkadaşlarım Alsancakta gezerlerken mini minicik minyatür bir çocukla karşılaşmışlar.Bu çocuk ayakları yalın elinde bir demet gül satıyormuş.Bizimkiler bunu görünce hemen takılmışlar ve konuşmaya başlamışlar,gerçekten zeki ve çok şirin bir çocukmuş.Giderlerken de eline bir miktar para koymuşlar ve el sallamışlar ama çocuk peşlerinden ayrılmamış bizimkiler de merak etmişler neden peşimizden geliyor nası sevdi bizi falan diye,ama çocuğumun amacı farklıymış:Meğer parayı alınca kendini suçlu hissetmiş ve gülünüzü unuttunuz diye peşlerinden gelmiş.Sonra arkadaşlarım gülü istemediklerini başkasına satmasını söylemişler ama lütfen gülü alın diye çocuk ağlamaya başlamış,bizimkiler de dayanamayıp gülü almışlar fakat bu sefer de gül kırılmış.Çocuk özür dileyip uzaklaşmış.
Çocuklar kadar saf ve temiz kalabilmeyi çok isterdim.İnsanlar keşke hiç büyümeseler diyor bir yanım ama hepimiz toplu yaşama ayak uydurabilmek için benliğimizi,saflığımızı mahvediyoruz.offf off içlendim bak şimdi yazdıkça yazasım gelio ama başka bi yazıya umarım dersim geldi şimdi:)...bugün 18 temmuz yazıma azcık devam edicem yaa ümit izmire gelcekti gelemiomuş bende uygun koşullar falan hazırlık yapmıştım ama neyse yaaa başka zamana demekki.Bugün ÖSS açıklandı way be!Yaa bide şimdi iş başvurusu için mülakata gitmeliyim,sanırım iş buldum. :)
fulyy'İŞÇİ'güler

Küçük Bir Çerçeve

2006 yılının Temmuz ayının 16. sabahı bir yazı yazmaya karar verdim. Yazıya başlama saati 05:02. Uzun süredir bahsetmek istediğim bir konu vardı; "madur babanın dramı" Yan binada ikamet etmekte olan komşularımız bir kız iki çocuktan oluşan çekirdek bir aileydi. Anne, bir sabah yatağında ölü bulundu, kesinlikle bir sebebi vardır ama ben şu anda bunu hatırlamıyorum. Aradan yıllar geçti, baba emekli olmuştu. Yaşlanmaya başladı ve yaşlılıkla birlikte akıl sağlında bozulmalar vuku buldu. Şu anda çocuklar başka bir eve taşınmış durumdalar. Babanın emekli maaşıda çocuklar tarafından alınıyor. Madur baba ise eve kilitlenmiş bir şekilde komşularının verdiği yiyeceklerle yaşıyor. Babam bir dilekçe yazıp, sokak sakinlerine imzalattı ve belediyeye bildirdi ama bildiğim kadarıyla hiç bir gelişme olmadı. Sonuç olarak anlatmak istediğim hayatta ölümden daha beter olaylar var.

Perşembe, Temmuz 13, 2006

Attırımsal Bölge!

---Bilmiyorum daha önce size bahsettim mi ama en sonunda kendime bir fotoğraf makinası aldım en mekaniğinden. Sitenin ilk ay yazılarına bakanlar görebelir yazımı.---
Dodonun da dediği gibi her şey çok sıkıcı, bakıyorum da gençliğimizin en büyük sorunu mutsuzluk. Yine bakıyorum etrafımdaki insanlara psikolojileri saatlere endeksli, bir gün içinde farklı ruh halindeler (ben de dahil). İnsanlarda genel bir tatminsizlik var, bunu da tüketim hızına bağlıyorum, gerek ilişkileri gerekse bize sunulan değerleri tüketmemizdeki üstün gayrete... Gün aşırı değişen aşklar, dostluklar, dalga geçmiyorum ki oturduğumuz evler, semtler... Bir düşünsenize bu yaşınıza kadar kaç ev değiştirmişsinizdir? Eskiden 3-4 kuşak yaşanılan evlerde artık en fazla 3-4 yıl yaşanıyor. E sonra kimse gelip bana nerde o eski komşular bea demesin! Her şeyi tüketiyoruz, en başta zamanımızı semra hanımlarla meriç beylerle tüketiyoruz! Semra hanımdan ve uykumuzdan kalan ufacık zaman diliminde de nasıl oluyor da büyük kısmı yalan olan, her anlamıyla yanlış yaşanılan aşkları, dostları sığdırabiliyoruz anlayamıyorum.

Yakında fotoğraflarım ve karikatürlerimle karşınızda olacağım!

Bahadır"DelokalizeMolekülOrbitali"Emirler

Salı, Temmuz 11, 2006

çok pis tiksindim!

bu aralar acayip tiksinmiş durumdayım herşeyden.ya böyle gece yatıyorum tamam mı,sonra bi uyanıyorum saat iki olmuş[öğle vakti lan!].hiç kalkasım falan gelmiyor yataktan.sonra zaten kendime geldiğimde akşam olmuş oluyor.bok gibi geçiyor günler.bi ara sanki bi anlam katılıyor gibi olmuştu hayatıma o da patladı gitti.insanın umutlarının kırılması çok kötü.ya bakıyorum çevreme aslında herkes aşağı yukarı aynı durumda.bi olcay'ın umrunda değil galiba diyeceğim de büyük ihtimalle o da "süper çaktırmayan" bi insan olduğu için öyle geliyor.hayır herif bi de rahat çok etkilemesine izin vermiyor hayatını abidik gubidik atraksiyonların galiba.hmmm.bilmiyorum ya olcaya kafam girsin ne bileyim.
olcay demişken bugün kendisine bi takım g3 videolarını izlettim.gitar virtüözlerini falan gördü bu.böyle bi baktım gözleri açıldı bi parıltı geldi falan.sevindim.
ototrite çok pis bişey.harbi diyorum bak.yani eğer bi insan size kendi hayatında söz sahibi olma hakkını tanıyosa size ufak çapta bi "güç" bahşetmiş oluyor.bu güç kişisel egomuzu tatmin etmek için mükemmel bişey.yani aşk mevzusunda da var bu[doğa bilir hehe].sıkılana kadar[aşk bitene kadar ya da]o insana sözünüzün geçmesi durumu vuku buluyor.çok süper cidden ya.sonra o gücü kaybediyorsunuz.e malum bünye bi süre sonra delleniyor zira kimse kimseye kendi üzerinde baskı kurması için,bilerek ve isteyerek böyle bi gücü vermez.bişeylerin farkına varınca ayar manyağı oluyorsunuz[siz oluyorsunuz ben olmuyorum alla alla].neyse işte sonuçta şu hayat denilen foseptik çukurunda[yeah!]kimseye çok fazla bağlanmamak lazım.bencil olun mınakoyim![ben olamadım siz olun hehe]
aslında bana uğraşacak bişeyler lazım bu aralar.ama ne bende böyle bi "aktif olayım akılları alayım" eğilimi var,ne de çevrede bu isteğimi dikkate alan bi takım garip güçler falan var[anlıyorum].sonuçta oldukça keyifsiz gidiyor hayatım.
yıkılan umutlardan bahsetmiştim değil mi?ya evet o çok kötü birşey işte.çok güçsüz hissediyor insan kendini.özgüveninizi yitirdiğinizi falan hissediyorsunuz.tavsiye etmiyorum![tabii]
onun dışında yaz gelmiş diye duydum.dondurma falan yenilebilir[fransa bile yenildi finalde dondurma mı yenilmeyeceğimiş dediğinizi duyar gibi oldum sanki ya da değil bilemiyorum].istersen karpuz keseyim?peki sen bilirsin.
dream theater'dan "overture 1928" ve "strange deja vu" yu tavsiye ederek kaçızlıyorum.

tatil mi dedin o da ne?

Yaaaa yazıyorum yazıyorum sinir olup siliyorum yaa ben günlüğüme tekrar başlicam yaaa neden benim netim yok yaaa bu aralar acaip dertliyim herşeye kafamı takıyorum.Geçen gün iyi bir ilişkinin temellerini attığımı düşünüyordum ve bugün yine yanıldığımı anladım neden insanlar saflıklarını ve masumiyetlerini yitiriyorlar?Eski aşklar nerede kaldı ahh ahhh.Sanki çok yaşlandım ama zaman kötü artık kimseye güvenemiyorsun,özellikle tüm izmirliler üstlerine alınmasın ama izmirliler'den kime güvensem hüsrana uğradım.Bundan sonra da yanlız kalmaya karar verdim öyle saftirik saçma ilişkilerdense yanlız kalırım daha iyi.Yani beyaz atlı prens meselesi falan.Geçenlerde Cezmi Ersöz okudum yine ve adam sırf aşk için yaratılmış.Hüsran,ayrılık zevk veriyor sanki ona hiç koymuyor.Yeter ki aşık olabileceği birileri olsun.Bende artık takmıyorum insanları kafama,sinirlerimi bozuyorlar,çünkü ben nekadar işi ciddye alsam bir erkek okadar salıyor ve rahat davranıyor.Aşk dediğin büyülü bir şeydir böyle onu görmek için can atarsın,yanında heycanlanırsın falan,ama tabii bu heycan meselesi falanda ilk aylar için geçerli zaten.Şimdi herkes kaşar olmuş.Elimi nereye atsam en gerzeği beni buluyor yada.Okulda sinir ötesi karman çorman sınıflar kimse birbirini tanımıyor,haftaya sınavlar var ben daha pek sallamadım,henüz denize bile gitmedim.İzmirde olmama rağmen adaya bile kaçamıyorum ama işallah bu hafta sonu Ayvalık yolları gözüküyor bana bakalım gidebilecekmiyim?Kendi ayaklarımın üstünde duriim çalişim dedim ama işte bulamadım,kendi para mı da kazanamadım.İlk defa merak ettim kendi paranı kazanmak nasıl bir şey diye ve karar verdim çalışmaya herkes yapamicağımı söylese de ben kararlıydım ama halen bulamadım.Aramayı da bırakmış değilim heryerlere başvuruyorum,işllah ben de gitmeden 1 yada 2 günlükte olsa çalışıcam ve kendi paramı kazanıp gidicem evime:)Babamın karşısına çıkıp başardım işte dicem.İnsanın kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi önemli.Baba parası bir yere kadar ve ben bir birey olduğumu ispatlayabilmeliyim.Burda apartmandaki aileler üstümüze üstümüze geliyorlar baba parasıyla yaşamak kolaydır hiç bişey bilmiyorsunuz siz diye ve haklılarda.Ben şimdiye kadar hiç çalışmadım ve bunla da gurur duymuyorum tabi ve merak ediyorum,gerçi üniversiteden sonra hayatım çalışmakla geçicek ama olsun.Bide millete taktım bu aralar okulda çim muhabbeti yaparken etrafıma bakındım şöyle herkes metal,rock,tiki falan ayrı ayrı insanlar acaba bunlar evlenince nasıl olur diye geçirdim içimden.Şimdi sorsanız hepsi ben evlenmicem der ben de külahıma anlat derim.Babalarımız annelerimizde zamanında aynı şeyleri yaşamışlar şimdi hepsine bizi anlamıyorlar diye söyleniyoruz ve gün gelecek çocuklarımızda bize söylenecek.Neyse işte salak salak düşünüyorum be yine.Ya bide geçen gün cafede oturuyoruz arkadaşın biri avizeye ahize demesin mi:)ahize neydi-avize neydi?Karıştırılır tabi canım birbirine yakın kelimeler.Amma uzattım neyse sıkıldıkça yazmassam...Yanlışlarım olabilir affola!
fulyy'ekzantirik hikayist'güler

Perşembe, Temmuz 06, 2006

Özgürlük



En son filmim. Half life 2 tşörtü giyen Sinan adında ki genç yönetmen rolünde ben varım :) Daha önce site içerisinde "senaryoaktar" adı altında bir yarışma yapmıştım ama ciddi bir fikir çıkmamıştı. Biz de "Ne kadar özgürüz?" sorusundan yola çıkarak bu senaryoyu oluşturduk. Trakya Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü son sınıf öğrencileri ile birlikte çekmiştik, artık mezun oldular.

Pazar, Temmuz 02, 2006

Şöyle bi durum izahı...

Yaz tatili başladı, 3 tane bütünlemem var. Ne yapıyorum? Televizyon izliyorum ve bilgisayar kullanıyorum. Tv'de genel izleyici ve internette msn kullanan genel asalak kitlesine katılmışım. Genel izleyici olmak kolay değil, msnde gerçek hayatta kuramadığın cümleleri kurmak ise çok kolay. Yurtta, gazete okurdum artık onuda bıraktım. Arada sırada www.ntvmsnbc.com a giriyorum başlıklara bakıyorum. Polis memuru cinnet getirdi, bi kere olsun evine çiçek getirmiş miydi? Hiç bir zaman çiçek almadığı karısına iki kurşun hediye etmişti. Konu bu değildi "cinnet getirmek" ve "cinnet geçirmek" arasında fark var mıydı? TDK (Türk Dil Kurumu) sitesi www.tdk.gov.tr daima yardımcı olur. Cinnet getirmek: Bir an için delilik belirtisi göstermekmiş "Ayol, duydunuz mu? Fahim Bey cinnet getirmiş." demiş A. Ş. Hisar bir yazısında. Cinnet geçirmek ise delirmek ya da aklını kaçırmak olarak anlatılıyor, örnek cümlesi yok. Ben şu sonuca varıyorum eğer cinnet sonucu kendini öldürüyorsan bu kısa bir süreye tekabül ediyor ve cinnet getirmiş oluyorsun ama cinnet getirip hiç bir şey yapmazsan o zaman cinnet geçirmiş oluyorsun. Haberde ki anlamı doğru yerinde kullanılmış yani. Nette ne kadar boş işlerle uğraştığıma tanıklık ettikten sonra televizyona geçelim. Saat 6 civarı, cnbc-e (Cehalet Nakledici Beyaz Cam - Eblehleştiricili) kanalını açmam lazım. Borsa biter, ekonomi haberleri sona erer. Amerikanın göz boyayıcı, zihin bulanıklaştırıcı, biraz kahkahalı, düşünmeden güldüren, ingilizce geliştiren, okumayı hızlandıran dizileri başlar. Ben bunları bilmeme rağmen türk yapımı dizlerden fazlası ile sıkıldığımdan bu dizileri izlemeye başlarım. Başka kanallarda güzel bir film olduğunu bilmedikçe cnbc-e den vaz geçmem.

Yazıyı nereye bağlayacağımı düşünürken girdiğim site ve izlediğim kanal arasında bir bağ buldum. Ntvmsnbc.com ve cnbc-e aman tanrım nbc, aman tanrım beynim yıkanmış. Sizlere sevgiler saygılar, nbc tarafından ariel (şaron) ile yıkanmış beynimle. Ayrıca resim de ki deniz kızının adı Ariel.

olcay "amerikanın köpeği" bayram

Cuma, Haziran 30, 2006

Tut tut lan kaçıyo bırakmayın ibineyi!

Hele bi bismallah çekeyim. Ne kadar olmuş yazmayalı be? Öncelikle özür diliyorum hepinizden. Önce adsl kapandı(borcundan ötürü) sonra finaller başladı, ev taşıdım, yazokulu derken yazamadık işte...

2 gündür insan içine çıkmıyorum. Neden bilmiyorum ama görüşesim yok kimseyle. Evde de en teknolojik alet radyom... ilk başlarda canım baya bir sıkıldı. Sonra beş parasız ve sigarasız kalmamdan ötürü 3 saat yatakta boş boş tavanı izledim, deneyin çok zevkli!,. Sonra kendimi verdim kitaplara. Baktım bazı kitaplar gereksiz duruyor orda, yüklendim gittim 2. el kitapçıda sattım hepsini... Hah şimdi tam oldu işte. Bir saat drizzt dourden in hikayelerini okuyorum, bir saat emre kongar, bir saat ömer hayyamdan rubailer... E kafa karışıyor belli bir müddet sonra... 1.5 saat tavan izlerken ömer hayyam elminster'a bir çift rubai okuyor, bizim karaelf drizzt meğerse 3 yaşında alınıp devşirilmiş müslaman yapılmış fatih camiinde makamlı kamet getiriyor...

Lan harbi sıyırdım galiba. Şimdi hesapladım 41 saattir kimseyle görüşmemişim. Vay anasını bea! Düşündüm de bu terlik tam benlik beaa! Akıllara zarar gelmeden uzaklaşma vakti geldi sanırsam galiba! kendinize mukavva olun, sereserpe dolaşmayın üç harfli ırzınıza geçer...

Bahadır"17. yy harikası"Emirler

Perşembe, Haziran 29, 2006

8443

Hayat resmi bir geçit töreniydi bizim için:
İçinde şaklaban olduğumuz ama resmiyet barındıran
Bir kaç sambacı hariç uygun adım yürüdüğümüz
Müzik eşliğinde şen şakrak ama yorucu
Sokağın sonunda bitecek olan.

olcay

Cumartesi, Haziran 24, 2006

Sanal ortama aktarılan eski bir yazı

Ding ding...

İstiklal caddesinin emektar traleybüsü, tek notadan oluşan melodisiyle yolunun üzerinde ki adamı uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Hava kararmış ve hala evine gidecek olan birileri var. O yol her ne kadar başı boş dolaşanların, vitrinlere bakanların, nefes almaz bir süreklilikle telefonda konuşan hücresel şebeke müşterilerinin (bunlar ya sevgililerdir 3 dakikada hasretlik olan yada işadamlarıdır zamanın paraya eşit olduğunu savunan) kitap, müzik arayan gençlerin mekanıda olsa gün bitmiştir ve evde bekleyenlerin sabrında kaybedecek vakit kalmamaıştır.

Traleybüsün makinisti aklından geçen bu düşünceleri zarar vermeden bir kenara bırakır. Sıkıldığı başka bir zaman bulabilmek için daha kolay bir yere bırakır. Mesala bitmeyen bir günün akşam üstü zamanı.

Rayların üzerinden çekilmeyi akıl eden adam yanından geçen aracın içinde ki aceleci suratlara bakar. "Benim hiç acelem yok. Ne kadar şanslıyım?" der gibi süzer insanları. Gözlerinin o aceleci ifadeler arasında dolaştığı sırada, onlar bir deryaya dalarlar. Kim mi onlar? Onlar adamın en temiz duygularıdır, sn zamanlarda pek kullanmadığı duyguları. Şimdi çırıl çıplak soyunmuş yüzüyorlar denizde. Sonuçta en temiz duygular onlar giyinikte olsalar, mahremliğin bütün noktalarını sergiliyorda olsalar hiç biri diğeri için kötü bir fikre kapılmaz. Artık çıkma vakitleri geldi. Çünkü deniz bir yerlere gidiyor, uzaklaşıyor.

Ding ding...

Emektar imalı bir şekilde "Yoldan çekildiğin için teşekkürler." diyor ve yoluna devam ediyor. Bugün için atılması gerekn bir kaç tur daha var. Traleybüs gidiyor, içinde ki kız gidiyor, aceleci suratlar gidiyor, derya gidiyor, kızın gözlerinde ki deniz gidiyor. Adam gidenlerin arkasından bakıyor. En temiz duygular aceleyle çıktıklarından kurulanamıyorlar ve geri dönerken hala ıslaklar. Adamın gözlerin de biraz nem oluşturuyorlar. Ağlıyor. Az önce gelenler şimdi gidiyorlar.

Olcay "gelgit" Bayram

Cuma, Haziran 23, 2006

BULAMAÇ

Bu masalın bir orospuya ihtiyacı var çünkü orospudur bir masalın en güzel yerinde soyunan.yoksa evinde oturan kızın ne işi var.Dili nekadar uzar ki di'li geçmiş zamanın.Dilinden kan damlarken Azrail'in birkaçınız içimdeydiniz,diğerleriniz beynimde.Çocuk yapmak isteyenlere tavsiyemdir,güvenmeyin hiç bir sperme;çünkü sperm geldiği yer itibariyle taşak geçmekte hepimizle...

Tanrım Zalim Yapmış Sevdiklerimi

Ön sevişme ya da yön değiştirme.Çıktığı günden beri sakalları aynı yönde uzayanerkeklere ihtiyacım var benim.Sonsuza kadar açılmışaralıklara tek sıra olmuş kurbağalar ya da tavşanlar...Hayvan mezarlığına giden yoğun sigara dumanlı bir yolun girişini kaçırmışım;ama en ufak bir kaygım yok ,çünkü yol gösteren çok bana.

Her türlü salgın hastalığın tok gezdiğibir lunaparktan geliyorum.Ver kurtul diye öğrettiler bana,ama anladım ki o yaşı çoktan geçmişim.Tavla zarı yada kızlık zarı önemli değil,ikisini de kaybettim bir kaza sonucu .Şimdi soruyorum içimizden birine nick'im ne olsun MSN de?

fulyy'yüxexes dergisi ŞULE ER(alıntı)'guler

Salı, Haziran 20, 2006

össciler

Sınavdan çıkmışım moral yerinde. Taksim'de dolmuş bekliyorum, dolmuştan tikky (neyse artık) diye tabir edilen bir çift indi. Yaşları yakındı benimkilere, yani normal şartlar altında onların da girmesi gerekirdi össye ama baba parasının çelik duvar ördüğü zırhları sınava girmelerine müsade etmemişti heralde. Bayan olanının "ne bu kalabalık yaaa" demesi üzerine, erkek olanı büyük bir tebessümle "össciler bunlar" demişti. Sınavdan taze çıkmış olmamın da etkisiyle bu yorum, beni uzun uzun düşünmeye sevk etti. "Össciler" diyerek sırıtması ve bunu söyledikten sonra da dişi olanının gülmesi beni sarsmıştı açıkçası. Ben 2 yılımı 3 saat içinde ufak kutucuklara doldurmuşum, ömrümün nice 2 yıllarını düşünerek, o ise eğlenmesine bakıyor. "Paraları var ama mutsuzlar be abi" diyerek kendimizi avutmamıza gerek yok. Mutlular, çok....

Doğa "Yorgun" Genç

Pazar, Haziran 04, 2006

Cumartesi, Haziran 03, 2006

Dalak

Gökkubbede ki o devasa sarı toptan geldiğini düşündüğüm ısı, cildimin üzerinde ki son ter damlasını da kurutmaya başladığı anla yolun ortasın da ki kızı görmem aynı ana denk gelmişti. O kıza ulaşmam gerektiğini düşünüyordum. Yoldan hiç bir araç geçmiyordu. Nerede olduğumu bilmiyordum ama burası bir otobandı. Hangi ülkede olursanız olun otobanlar süratli arabaların mekanıdır. Geniş yol ayaklarımın altında bitmeyecekmiş gibi geliyordu, yürüyordum. Ne zaman koşmaya karar verdim hatırlamıyorum. Yolun ortasına vardığımda uzunca bir süre koşmuş ve yorulmuştum.

Burada hiç kimse yoktu. Tam tersine var olmayan arabalar bir anda otaya çıkmıştı. Ben yolun ortasında kala kalmıştım. Arabalar çok hızlı geçiyorlardı. Yol boyunca yürümeye karar kıldım ama hangi tarafa yürüyeceğimi bilmiyordum. Hislerim sahil tarafına yürü diyordu ama deniz gözükmüyordu. Motor seslerini kafamdan atıp, martı seslerini duymaya çalıştım. Duyamıyordum. Peki ya denizin kokusu yok mudur? Burnumun içi egzost gazları ile yanmaya başlayana kadar derin derin çekmeye çalıştım etrafta ki kokuları. Farklı bir koku alamamıştım. İki yönün de bir birinin aynı olduğunu düşünüp, yürümeye başladım.

Günlerce yürüdüm. Burada ne uyuyabiliyordum ne de buradan çıkabiliyordum. Çok uzun bir koridoru olan tek kişilik hapishaneydi burası benim için. Araçların içinde ki insanlar beni fark etmiyorlardı ya da önemsemiyorlardı. Bense onları göremiyordum. Bütün camlar siyahtı. BU yolun biteceğini biliyordum ama en azından birazcık daralmasını bekliyordum. Daraldığı anda kendimi yola atacaktım. Hiç daralmadan ilerleyen yol bi anda bitti. Taşıtlar yok olmuştu. Asfalt bir çizgi şeklinde bitiyordu, gerisi topraktı ve yol yoktu. Ben yoldan kurtulmamın sevinciyle hoplayıp zıplayarak toprağa doğru koşarken, bulunduğum yerin bitmemiş bir köprü olduğunu fark etmemişim. Tek bir adımla geri dönüşü olmayan bir hata yapmıştım.

Bir şeylere tutnmak için çabalayan ellerim can havliyle küçük bir kuşa çarptı, düşüyordum. Ben ölecektim, hiç bi umudum yoktu ama yine de kurtulma arzusuyla bir canlıya zarar vermiştim. Benle birlikte kuşta düşüyordu. Kuşa uzanmaya çalıştım. Kuşu elime aldım. Bunu nasıl yaptığımı kavramayamadım. Havada süzülüyordum. Kuşu kurtarmaya çalışırken umayı öğrenmiştim. Küçük kuş, elimde pır pır ederken canlandı ve uçmaya başladı. Onunla birlikte bende uçuyordum. Bir süre kuşu takip ettim. Sonra bulutları gözüme kestirdim. Acaba bulutlara kadar yükselebilir miydim? Evet. Önce pamuk gibi beyaz içinden geçince biraz ürperdiğim bir kaç bulutu geçtim. Biraz daha yükselince elbiselerimi ıslatan ve beni titreten koyu gri renkli bir bulutun içinde süzüldüm. İçimde ki merak duygusu hiç kaybolmayacak gibiydi. Daha yukarıda ne var? Bomboş. Sarı renkli devasa top yukarıda ama önce ki gibi ısıtmıyor. Üşümeye başlamıştım ve yoruluyordum. Daha fazla yükselmeden aşağı inmem gerektiğini düşündüm.

Yer yüzüne ulaştığımda tam sağ tarafımda bir bomba patladı. Bi anlık bütün sesler kesildi. Hayatın sesi kısıldı. Görüntüler akmaya devam ediyordu. Bir kaç saniye ve sesle görüntü uyumu yakalandı. Bir savaşın ortasındaydım. İki tarafta yeşil ve kahverengiden oluşan kıyafetler giyiyordu sanki tek bir taraf varmış gibi. Kim kimi vuracağını nereden biliyordu? Kısa bir süre beni sağır eden patlama vucüduma hiç bir hasar vermemişti. Yakınıma iki üç tane daha bomba düştü ve sadece saçtıkları topraklar saçlarımda toplanıyordu. Bana başka bir etkileri yoktu. Yine de uçarak buradan kurtulmayı düşündüm. Patlamalar belki de hayali kanatlarıma zarar vermiş olacaklar, uçamıyordum. Yere yattım gözlerimi kapattım başladığım yere geri dönmüştüm.

Uzun koridorlu hapishaneydim ama farklı bir açıdan görüyordum bu hapishaneyi. Otobandan geçen bir otobüsün içindeydim. Otobüsle Edirne'ye çok fazla gittiğimden, aynı yere gittiğimi düşündüm. Sonra bir tünele girdik galiba etraf karardı. Aydınlandığında başımda tanımadığım insanlar "Olcay, Olcay!" diye sesleniyordu. En son nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Otobüsteydim sonra ne oldu? Hayır, otobüste değildim. En son hastanede kan veriyordum. Kan verirken bayılmışım ve gözlerimin kararmasının ardından beynimde bunları yaşamıştım.

Bir süre dinlendikten sonra normal hayatıma geri döndüm. Cesaretim olsa hekime "Bir daha yapabilir miyiz?" diyecektim.

olcay "uçan" bayram

Cuma, Haziran 02, 2006

Ömer gaza gelmiş!

efendim, sevdiğimiz kişilik, gönül adamı, elektromanyetik kimse, osurtan bünye ve güzel insan ömer "hansolo" kalkanlı bir başka kayıtla blogımıza bombamsı bir şekilde düştü!

aha da "selvi boylum al yazmalım"[elektro gitar şeysi]

Kahve Falları ve Edirne Sabahları

Trakya Üniversitesi'nin bahar şenlikleri haftasındayız. Etkinlik olarak bir kahve firması gelmiş, hakiki türk kahvesi dağıtıyordu. İçtik kahvelerimizi, sonra arkadaşlardan biri kahve falı bakabileceğini söyledi. Aslında inanmam ama insanlar baktırırken bende de bir istek doğdu ve bende baktırdım. Falımda çıkan yollar, 3 gün sonra tekrar kahve falı baktırdığım da tekrar çıkmışlardı. Daha önce de tarot falı baktırmıştım. Tarot falında çıkanlar henüz gerçekleşmedi. Kahve falında çıkanlar da gerçekleşmedi ama iki ayrı yer, zaman ve kişi tarafından aynı geleceğin görülmesi insanın heyecana kapılmasını sağlıyor.

Edirne sabahları konusuna geçersek; Cumartesi gecesi hiç uyumadım, pazar sabahı 5 civarı yattım 12'de kalktım. Pazar gecesi de 24 civarı yattım ve 5'de kalktım. Düzensiz uyku dedikleri bu olsa gerek. Aslında düzensizliğin de kendi içinde bir düzeni vardır. Finaller yaklaşıyor. Uyku artık benim için gerekli bir şey değil, daha çok bir sorun olacak. Macaristan hala kesinleşmedi. :(

"Hayat, kısa filmlerle dolu bir kazan." Olcay Bayram. (blog özlü sözleri) Gözüm her an, her yer de bir kısa film arıyor yada kısa film beni buluyor. İki üç gün önce gittiğim bir resim sergisinde. Sergide görevli olan eski kız arkadaşına hediye getiren piskopat mesala. Adam o kadar kişiden beni buldu. Geldi yanıma derdini anlattı. Kızı görünce biraz hırladı. Ben de tırsmama rağmen senaryonun sonunu görmek için sürekli onu izledim. En son baktığımda genç adam yeni birini ağına düşürmüş onunla konuşuyordu. Olay yerinden uzaklaştık tabi ki. Şu anda aklıma kendi düşündüğüm senaryolar gelmiyor. Benim düşüncelerim daha çok şu ayrıntıyıda film içinde kullanırım şeklinde. Mesala her yeni sevgilisine, önce ki sevgilisinden aldığı bir şeyi veren genç. Buna örnek önce ki sevgilisinden aldığı bir saat olabilir, yada sevgilisinin evinden aldığı basit bir kolanyalı mendil olabilir. Bunları yeni sevgilisine vermesi, çocukta her seferinde eskisinden bir şeyler aktarmak gibi bir piskoloji yaratıyor olabilir. Bazen de aklıma çekim açıları gelir. Hayatı açılar şeklinde görürüm.

Öf çok fazla birinci tekil şahıs kullandım. Biraz da şu yurdun bahçesinde ki köpekten bahsedeyim. Yurt bahçesinde yağmurlu bir günün sabahında 9 yavru dünyaya getirdi pasaklı siyah köpek. Öğrenciler hemen derme çatma bir barınak hazırladı ona. Sonra görevliler devreye girerek, eski bir buzdoladını onlara yuva yaptı. Şimdi bizim bloğun arka tarafında ki bir çalının içinde yaşıyorlar. Yavrulardan 8'i hayatta kaldı. İki tanesi kahverengi beyaz, bir tanesi tümüyle kahverengi ve diğerleri simsiyah. İnsanlar yiyecek, içecek getiriyor. Tabi ki bu hayvan sevgisiyle dolu insanlar daha çok bayan oluyor. Erkekler de köpeklerin yanında bir bayan gördükleri takdirde, köpekleri sevme numarasıyla onlara yaklaşıyorlar. Kızlar hem köpekleri besliyor, hem seviyor, hem de köpeklerin başkaları tarafından sevilmelerini sağlıyorlar. Kızlar gelince erkekler geliyor, kızlar gidince erkekler gidiyor. Kızlar gittikten sonra kalalım biraz daha sevelim diyenini görmedim. Hayat böyle işte. Önemli olan sevmek değil. Ben köpeklere hiç dokunmadım bundan da gurur duyuyorum.

olcay "her havuzun dibi aynıdır" bayram

Pazar, Mayıs 21, 2006

ehem...

Oldukça normal bir pazar gecesiydi aslında.Olaylar nasıl gelişti,tam olarak ne oldu,ne bitti inanın ben de bilmiyorum.Ama elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

O akşam da diğer akşamlar gibi televizyonumun karşısındaki tekli koltuğuma krallar gibi kurulmuş,bir elimde coca-cola promosyonu kolpa bardak[ince uzun birşey böyle] bir diğer elimde de zapping dediğimiz atraksiyonu gerçekleştirmemize yarayan uzaktan kumanda isimli obje,takılıyordum.Dışarıda yazı andıran boğuk bir ilkbahar havası vardı ve benim içimde de garip bir sıkıntı peydah olmuştu.

Çok afedersiniz yelleneyim gitsin dedim.Demez olaydım.Elim[bu bağlamda dötüm]kırılaydı da vücudumdan o gazı dışarıya nakletmeyeydim.Ama olmadı.Yellendim.Osuruğum,çok afedersiniz,"tıss" efektiyle bedenimin alt taraflarından dış dünyaya yayıldı.Hızla diffüze oldu ama olana kadar öyle bir koku yaydı ki,allah sizi inandırsın insan dünyadan tiksinir.Burdaki dünya hem terim hem terim olmayan manada dünya.O derece yani.Neyse ne diyordum.Heh evet mevzu bahis koku burnumun direğini kırdı vs.

Bir iki dakika geçmedi ki evimin,üzerine altı kanatlı bir melek figürü işlenmiş altın kapısı[abartıyorum biraz] "tok tok tokundu tok" şeklinde çaldı.Önce kapıya doğru ters bir bakış attım.Bunu hep yaparım.Sanki ben o bakışı atınca kapının çalınması duracak mınakoyim.Hayır sinirlenmeyeyim diyorum ama ben de insanım sabrım bir yere kadar.Neyse,sonunda kapıdan üçüncü kez "tok tok tokundu tok" sesini aldıktan sonra "patlama mınakoyim patlama" diyerek[kısık sesle ama yoksa öyle asi bir çıkış yapayım akılları alayım şekline bürünebilen bir insan değilim]kapıya gittim ve tahmin edebileceğiniz gibi kendisini açtım.

Önümde Selim duruyordu.Selim,apartmanımızın asosyal ergen metalci genciydi.Merak ediyorum bu gençler acaba adını bilmediğim bir devlet kurumundan her apartmana tahsis mi ediliyor.Neyse bu konuyu ileriki bir yazıda irdeleme sözüyle devam edeyim.Selim uzun ve kirli saçlarını gayet efemine bir tavırla- ki o tavır sağ elini hiç de tehditkar olmayan bir biçimde kafasının tepesine götürmesinden anlaşılıyordu-düzeltti.Gerçi o saçlar da dünyanın en iyi saç düzelten adamına bıraksan yine düzelmez ya neyse."Abi" dedi,benimle saygılı konuşur,"bizim iki televizyondan biri arıza yaptı,diğerine de annem ve ablalarım el koydu,bense bu gece delicesine örovizyonu seyretmek istiyorum."diye devam etti.Bu açıklayıcı tavrı beni bir yandan memnun beriki yandan irrite etmişti.Hezeyanlı bir ruh hali içerisindeydim o gece belki kabul etmeliyim ama karşımda "çüküçükü" şeklinde konuşan çemçük ağızlı,üzerinde "fuck the system" yazılı siyah tişörtüyle kapıma dayanmış bu genci içeri alıp kendisiyle bir babacan abi tavrıyla çok afedersiniz "daşşak" geçmeme engel değildi."Ya oğlum sus ne konuşuyosun çükçük,ben de onu izliyorum gel takılalım birlikte yaaa" diyerek,bunu derken de bir elimi sağ omzunun arkasına atıp kendisini içeriye aldım.

Selim bundan sonra konuşmayacaktı bunu çok iyi biliyordum.Amacını gerçekleştirmişti ve şimdi sinsi planının ikinci aşamasını tamamlamak kalmıştı.Teklinin yanındaki ikili koltuğa oturdu ve "mehel" bir ifadeyle tv ye bakmaya başladı.Ben de yerime geçtim.Selim'e bir şey ikram etmedim.Etmeyecektim de.Gerekirse o lanet olasıca koltukta ölecek,çürüyecek ve kahrolası bir kemik yığını olarak kalacaktı ama birşey ikram etmeyecektim.Ben ikram etmem.

FB tv açıktı televizyonda.Örovizyon başlayalı bir iki dakika oluyordu.Kanalı değiştirmedim.Aslında Fenerbahçeli değildim.Lanet olasıca futboldan ekseriyetle nefret ederdim hatta öyle ki bir "milli takımı tutuyooooroooeeem" adamı dahi değildim.Neyse,amacım Selim'e garip gurup yollardan çektirebileceğim kadar acı çektirmekti.İki dakika daha geçti ve kanal hala değişmemişti.Kumandayı da bu Selim angutu bir densizlik yapar da benim evimde benim kumandamla benim televizyonumun kanalını değiştirmeye kalkar diye kıçımın yanına Selim'in göremeyeceği şekilde saklamıştım.Bir beş dakika daha geçti.Selim terli yüzünü bana çevirdi,samimiyetsiz bir sırıtışla "abi açsak yurovizyonu yeaaa" dedi.Eğer yaşımı başımı almış,aklı selim bir insan evladı olmasam,"yeaa" derken ağzının aldığı görüntü nedeniyle onu oracıkta,mutfakta tezgahın altındaki dolapta sakladığım elektrikli testeremle paramparça edebilirdim.

"Hehe hangi kanaldaydı bu kodumunu yarışması Selimcim?" dedim ve aynı samimiyetsizlikle ben de sırıttım."Abi" dedi,alnındaki ve boynundaki damarlar belli oluyordu,sinirlendiğini açıkça görebiliyordum."trt 1 de işte nerede olacaktı ya" dedi.Bana bir an için sert çıkacağını,dinlediği müzik gibi isyankar bir tavır sergileyeceğini düşünmüştüm ki cümlesinin sonunda "ya" derken korkak bir ördek yavrusu gibi sesi inceldi.Hatta yutkundu.Bu yapmaması gereken bir hataydı.

Nefret tüm bedenimi kaplamıştı.Artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi biliyordum.Bugün ikimizden biri ölecekti.Yavaşça ayağa kalktım."Hacım bak kumanda orada.Sen aç trt1 i de ben de bize içecek birşeyler getireyim."dedim.Hemen kumandayı alıp tuşlara bastı.Bir anda tüm benliğimi alıp götürdü canımdan çok sevdiğim televizyonumdan.Ses,renk,kanal ayarlarım hepsiyle "cibidocibido" diye tuşlara basarak oynadı.Selim'i bunun için iki kez öldüreceğime yemin ederek mutfağa yöneldim.Aklımda sadece elektrikli testeremin imgesi vardı.Sırıttım...

Devam edecek!
Doğan "dodothebird" Öztürk

yaratıcı prof.larımız

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinin işletme Matematiği kitabindan GERÇEK bir alıntıdır. Hiç dokunulmadan ve yorumsuz şekliyle sizinle paylasmak istedim... içersindeki tüm kelimelerden ben değil bir prof.sorumludur:))
Kitap Adi: İşletme Matematiği Yazar: Prof. Dr. Müh. Yilmaz Tulunay Sayfa: 173
Soru : Amerika'ya lisansüstü çalışmalar yapmak üzere giden Mehmet, iki kız arkadaş edinmiştir. Bunlar Mary ve Nancy'dir. Mehmet'in deneyimlerine göre;
a)Mary olgun bir kızdır ve klasiklerden zevk almaktadir. Böyle bir yerde onunla 3 saat birlikte olmak 12 dolara mal olmaktadır. Diğer taraftan Nancy daha çok popüler eğlenceleri yeğlemektedir. Onunla böylebir yerde 3 saat birlikte olmanin maliyeti de 8 dolardır.
b)Mehmet'in bütçesi gönül işlerine ancak ayda 48 dolar ayırmasına olanak vermektedir. Ayrıca, derslerinin ve çalışma koşullarının ağır oluşundan dolayi, kız arkadaşlarına en fazla ayda 18 saatlik süre ve 40.000 kalorilik enerji ayırabılmektedir.
c)Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori enerji harcayan Mehmet, Nancy için bunun iki katını harcamaktadır. Eğer Mehmet'in Mary ile buluşmaktan beklediği mutluluğu 6 birim ve Nancy ile buluşmaktan bekledigi mutluluğun da 5 birim olduğunu biliyorsak, mutluluğunu maksimize etmek isteyen Mehmet'in sosyal yaşamını nasıl planlaması gerekecektir?
-Neyse geçelim sorunun cevabına;
a)Bi kere bu Mehmet ibnesinde iki hatuna ayrı ayrı zaman harcayacak g.t de para da yok, sıkarrrr. Ayrıca dünya piyasalarında saati 100 dolardan açılıp minimum 50 dolara kadar düşen seks tarifesi göz önüne alındığında, 3 saati 12 dolarlık yada 3 saati 8 dolarlık karılardan hayır gelmez. Muhtemelen Mary 68, Nancy 79 yaşındadır ve ikisinin de bu güne kadar yediği malın toplamı buradan amerikaya boru hattı olur. Bu durumda Mehmet'in hem vakit darlığı, hem malın genişliği, hem de para yokluğu sebepleriyle bu iki o.....yla grup yapması gerekir. Mary olgun ve klasikleri sevdiğine göre önce Mary'ye saksafonu döşer, Mary saksafonda klasikleri icra ederken, yerinde duramayıp hop hop zıplayan ve popüler eğlenceleri seven Nancy öbür ikisinin g.tünü parmaklayarak eğlenir ve rahatlar.
b)Mehmet'in bütçesi (bu gönül işi tabirini ben anlamadım) s..... için ayda 48 dolara yetiyorsa zaten bu orospu çocuğunun 31 çekmesi daha uygun olur. Böylelikle iki ay para biriktirip bu çuvalların yerine doğru dürüst bir karıya zıplar ve s.k.ş için ayırdığı 40.000 kaloriyi iliğine kadar emdirip rahatlar. Ama siz bu cevabı kabul etmeyeceğiniz için şöyle cevap verelim; Mehmetin bütçesi 48 dolara yetiyor ancak grup yapılacağından pazarlıkla miktar iskontosu alınır ve bütçe rahatlatılır. Böylelikle ayda ayırdığı 18 saati 3 saate bölersek 6 kez mala vurmuş olur ve her s ..... 40.000/6 = 6700 (yaklaşık) kalori harcar. Bu hayvan bir seferde kesintisiz 3 saat düdükleyebiliyorsa zaten amerikada kalması ve buralara dönmemesi hepimiz için hayırlı olur.
c)Mehmet Mary ile her buluşmasında 5.000 kalori harcıyorsa yukarıdaki hesaba göre Nancy'ye sadece 6.700 - 5.000 = 1.700 kalori kalır ki bu da Nancy gibi falafoş bir o.....yu sadece gıdıklar. Bu durumda birinden 6 diğerinden 5 birim zevk alan Mehmet'in mutluluğunu maksimize etmesi için kendisine g ........ vuracak birisini bulması gerekir. Sonuç olarak arkadan almaya alışan Mehmet'in bundan sonraki sosyal yaşantısını kaşarlı bir ibne olarak planlaması gerekir. Bu sayede ayda 48 dolar tasarruf sağladığı gibi üste para da kazanarak bütçeyi de g.tü de genişletir. Saygılarımı arz eder grafik açıklamayı sözlü mülakatta bizzat üzerinizde uygulayarak yapacağımı belirtirim.

fulya'yuhhhhh'guler

Cuma, Mayıs 19, 2006

en güzel(kötü) günüm gecem

Çarşamba akşamı izmirden adanaya geldim,ailemin yanına.Bir kaç gündür fena halde bunalımdaydım,tam bir çöküntü içersindeydim.Herşeyi unuttum burda.Fena halde özlemişim ve onların yanında bulduğum huzuru unutmuşum.Kapıdan adımımı atmamla o duyguyu yaşamam bir oldu.Birden korunduğumu ve beni düşünen,bekliyen insanların olduğunu gördüm,bu gerçekten harika bir şey.Bazen birşeyleri benim yerime düşünen insanların olması çok güzel.Mesela çarşamba günü sağlık karneme ilaç yazdırmam gerekiyordu.Bende sağlık ocağına gitsem yazarlar sanırım dedim.Ama o gün yapacak çok işim vardı,çünkü adanaya gelecektim akşam.Herşeyi sıraya koydum önce sağlıkocağına gidicektim yakın olduğu için,daha sonra da bankaya gidip para çekecektim.Sağlık ocağına gittim(daha önce hiç gitmemiştim)kayıt bölümüne gidip karnemi verdim kayıt yaptırıyordum 1 ytl dedi.Bende en son param olan 3ytl ye kent kart doldurtmuştum.Sağlık ocağında sanki para istemicekler ya benimkide akıl işte.Çantama bakıyorum hiç para yok rezil oldum ne diceğimi bilemedim bende kentkart geçer mi burda?die bir espiri yaptım ama pek hoş karşılanmadı tabi,nerden bilsin son paramı da kent kartına verdiğimi.Sonra durumu izah ettim ve ordaki yaşlı bir amca öğrencisin dimi yavrum ben senin yerine verim dedi ve paraya ihtiyacım olup olmadığını sordu bende utandım ve durumu ona izah ettim.Amca dedim akbank burda yok ya,uzak diye önce buraya gelim dedim yoksa çok teşekkür ederim param var dedim.Oda sadece 1 ytl yi oradakilere verdi ve herkes gülmeye başladı gerçekten çok utandım ve bugünlerde nekadar düşüncesizce davrandığımı anladım.Ama eğer annem yanımda olsaydı 1000 defa tembihlerdi beni,parasız yola çıkma diye.Hep annemin tembihlerinden sıkılırım ama meğer kadın hep doğruyu söylüyormuş.Her neyse işte karneme ilaçları yazdırdım eczaneye girdim almak için.Burda işlemleri bekledim yarımsaat ama sonra karnemin vizesinin dolduğunu,ilaçları alamicağımı öğrendim.Artık siz düşünün halimi birde sağlık ocağını bulmak için o sıcakta dolaştım tüm sokakları.Akşam yolculuk var bide ben ölmüş bir haldeyim.Valizimi taşicam çankayaya kadar servise bincem,otobüsle yarım saatlik bir yol.Eve döndüm buseferde ev arkadaşlarım ev bulmuşlar ben gitmeden bakalım diyorlar mecbur bakcam.Aldım valizimi durağın karşısındaki pastaneye bıraktım evi görmeye gitti.Ev çok güzeldi allahtanda biraz mutu oldum.Tam okulun karşısı,altta 24 saat açık market harika dedim.Sonra ben tam durağa giderken bir sınıf arkadaşımı gördüm ellinde valizler.Nereye dedim meğer aynı uçaktaymışız işler iyiye gitmeye başladı dedim bende tek başıma nasıl gitcem dioyordum.Beraber otobüse bindik hiltonun orda indik.Tam çarşının ortası cikis bir yer bizim ellerde ağır ağır valizler taşımaya çalışıyoruz.Tam hiltonun önünden geçerken italyadan gelen iş adamlarıymış bize seslendiler.İşte valizlerinize yardım edelim falan diye.Üstlerinde takımları böyle ağır tipli insanlar.Bende Seza'ya(arkadaşım)bırak taşısınlar ya dedim:)Türkçe anlamıyorlar tabi:)Verdik valizleri,valizlerde felaket ağır falan diyorlar.Hemen sohbete başladılar nereye böyle tatile mi falan diye.Bizde adanaya tatile dedik tabi adanayı da biliyorlarmış iş için falan gitmişler, gülmeye başladılar tatil için adanaya mı gidioyorsunuz diye.Bende ailem orda orada yaşıyordum zaten dedim.Sonra bizi servise bırakıp bir an önce bizden kaçtılar:)Ama bizi büyük bir yükten kurtardılar çok saolsunlar.Kötü başlayan günüm iyi devam ediyordu.Sonra hava alanında beklerken bizimle yaşıt iki kişinin bizi sürekli gözetlediğini farkkettim.Seza'ya gösterdim evet farketmiştim dedi ve bakışları fena halde rahatsız etmeye başlamıştı bizde yerimizi değiştirdik hemen.Sonra arkamıza gelip oturdular ve arkasına dönüp bana;pardon beni bir yerden hatırladınız mı dedi ki hiç tanımıyordum bende hayır dedim ama ebru değil mi dedi hayır dedim çukurova üniversitesi değil mi dedi hayır dedim peki nerde okuyorsunuz dedi birden kalakaldım seza ya baktım sonra da okumuyorum dedim tabi pek inandırıcı değildi ama etrafımızdakiler de rahatsız olduğumuzu anlamıştı.Sonra tekrar yerimizi değiştirdik.Genellikle bir çok kız böyle olaylarla karşılaşır ve normaldir tanıyorda olabilirdim gerçekte söylüyor olabilirdi ama benim en rahatsız olduğun tarafı tam bir sapık gibi iki gözün üzerimde olması.Bir insan neden bukadar yüzsüz ve yılışık olabilir ki birde üniverste öğrencileriydi gerçi şimdi üniverste okuyanların hepside doğru düzgün kişiler olmuyor.Malesef birde aynı uçaktaymışız ve koltuklarımız yanyanaydı.Adana'ya gidene kadar rahatsız ve tedirgin oldum.Ama neyseki annemler beni almaya geldilerde kurtuldum.Ve böyle atraksiyonlu sonu çok güzel bir gün geçirdim.Şimdide bana kızıyorlar yine mi bilgisayar başındasın diye:) Meltem Cumbul sarı etek ve müslüm gürses sebahat abla çok güsel yaaa ben hiç mi hiç dinlemeyen biri abimin tavsiyeleriyle bağımlıları oldum.
fulya'süppeeerr'guler

Perşembe, Mayıs 18, 2006

ciğerine dert olsun

"Yüreğimin pırpırına sapanla gelme!
Bırak ayrılığında yolu yordamı olsun.

Bakma bahar bahar gözlerimin körüne ya da bak;
misli hazanlar döktü onlar,
ciğerine dert olsun!"

Bir ayrılıktan arta kalanlardı geride bana bıraktıkları.

Sıradan bir bahçenin dünyanın en özel yeri hale gelmesini sağlayan o çaybahçesi , bahçede oturduğumuz dip köşedeki masa , o masada ; az önce dudaklarındaki son buseyi bıraktığı , açık içtiği çayın son demlerinin kaldığı garip bardak , bardağın yanında hemen yanında buz gibi olmuş ellerim? Az önce varlığı ile ısınan , saçlarına dokunduğumda dünyayı unuttuğum , ellerimde ellerinin kaybolduğu nice anda kocaman olan güven veren , ama o yokken çaresiz , titrek , yalnız , buz gibi ellerim. Ellerimin sonunda ben. Işığını kaybetmiş , ne yapacağını bilmeyen sadece bir ben. Kimsesiz bir ben.

Ve aklımda beynimde düşüncelerim. Yaşadıklarımız. Uykusuz kaldığımız nice gece. Saçma sapan şeylere güldüğümüz nice anı. Birlikte seyrettiğimiz son film. Gittiğimiz son cafe. Bana son gülüşün , son ağlayışın. Seni sayısız kızdırışlarım. Her kavganın sonunda boynuma sarılışların , şimdi hepsi ve ben o masada kaldık.

Hepimiz sen kalkıp giderken ve sadece olmadı derken hepimiz bakakaldık. Beynim neden diye sormaya başlarken , kalbim sevmiştim ama diyorken , gözlerim nolur gitme kal , ellerim yalvarırım bırakma derken o garip çaybahçesinde o masada öylece kalakaldık.

Oysa bir ayrılığında yolu yordamı olmalıydı. Nasıl ki zor şeylere alıştırılıyorsa insan , bir kalpte bir ayrılığa alıştırılmalıydı. Dün gece sevmiyorum demezken gözlerin bu sabah bu kadar uzak , bu sabah bu kadar yabancı , bu sabah bu kadar bensiz olmamalıydı.

Oysa kaç sabah sana uyandım ben , kaç gece içine sen kattığım dualarım oldu , oysa tüm hayallerim senli oldu benim , içine sen kattığım düşlerim oldu. Şimdi bu sensizlik nasıl anlatılacak bu kalbe. Nasıl bıraktı seni diyeceğim , gitti. Ben seni severken , ben gözlerinde kaybolurken günlerce kalbi senle değilmiş diye nasıl diyeceğim.

Şimdi yaşadığımız günleri geri geri yürüyerek unutabilir miyim dersin? Her sabah sevmemiş seni diye güne başlasam , her gece unut onu diyerek dualar etsem , çıkar mısın kalbimden , unutabilir miyim seni?

Giitin sen , sadece gittin. Geride bıraktığın bu kalbi , o masayı , o bardağı düşünmeden gittin.

Sevmediğine inanmıyorum ben inanamamki aşkın canı sıkıldı seni aldı sadece. Kokun kazağımda , sözlerin dilimde , gözlerin her gece aklımda olduktan sonra gitsen ne fayda.

Ben kızmıyorum sana kızmıyorum da tek söylemek istediğim sana bunu yapmak için puslu bir bahar sabahını seçmeseydin keşke !

Bu yazı gözyaşları birilerinin ciğerlerine dert olanlara...

Derya "Bla" Öztürk

vurucu bir başlık atmak lazım lan!

bayağıdır yazmıyorum.şöyle bir baktım da site bu aralar oldukça durgunlaştı.dobakelerimiz hayat mücadelesi içinde.ne bileyim işte biri macaristan' a gidiyor,bir diğeri sevdiceğinden ayrılıyor,bir diğeri büyük ihtimalle parasızlıktan kıvranıyor vb.ben de birşeyler yazayım bari dedim.artık olduğu kadar,ben de sizinle birlikte göreceğim bu spontane yazılan blog un sonunu.

[Müslüm Gürses-İstanbul'a Elveda]

hayatım çok karışıktı şu son bir kaç haftadır."nasıl ki?" derseniz anlatayım.çok çok sevdiğim bir arkadaşım fena halde tırstırıcı bir ameliyat oldu.ameliyatından önceki akşam hayatımda geçirdiğim en berbat gecelerden biriydi.ne kadar uyudum ne yaptım hatırlamıyorum açıkçası.aklımı binbir kötü olasılık kuşatmıştı.enkaz bir haldeydim diyeyim kısaca.
sonra daha da beter birşey oldu.ananemi kaybettim.üzerine ne söylenir bilmiyorum.zaten durumu çok kötüydü.evet artık yaşamının son günlerini geçiriyordu.dedikleri gibi "misafirdi".ama ölümü her ölüm gibi çok ani oldu.bir anda.ablam telefonda konuşuyordu.telefonu kapadı.yüzünde çok iyi bildiğim o anlatılması zor ifade vardı."noldu abla?" dedim."ananem ölmüş" dedi.
bu iki olay,duygusal anlamda çökmüş olduğum bir döneme denk geldi.zaten iç dünyam karmakarışıktı,kafamda birşeyleri çözmeye uğraşıyordum.
daha önce farkettiniz mi bilmiyorum ama ben bu dönemde şunu farkettim:hepimizin duygusal ve fikirsel bariyerleri var.bunlar hayatımızın normal akışı içerisinde oldukça sağlam duvarlar.ancak üstüste gelen darbeler bu bariyerleri darmadağın edebiliyor.bende de tam bu durum vukubulmuştu.
ancak hayat ne olursa olsun durmuyor,zaman ilerliyor ve insan alışıyor.
bende de böyle oldu.güneş tepemde tüm ukalalığıyla ışıldıyor.dışardan mahalledeki veletlerin seslerini duyuyorum.iyi dostlarım var biryerlerde beni hatırlayan bunu biliyorum ve ayaklarımı uzatmış,önümde dolu bir bardak kolam,bir yandan müzik dinliyorum.
hayat...
hayat enteresan.

[Müslüm Gürses-Ayrılık Rüzgarı]

.:bu ne diyeceksiniz biliyorum.siz sormadan ben söyliyeyim.forgotten realms derler bir atraksiyon vardır.masaüstü frp bilenler el kaldırsın.işte bu dnd kuralları kullanılarak hazırlanmış bir frp dünyası.oyunlarında mekan olarak kullanmanız için hazırlanmış koca bir dünya.kendi tanrıları,abidik gubidik yaratıkları,türlü ırklarıyla bambaşka bir olay.benim de en çok sevdiğim role playing alemi.çok dinamik bir dünya.kıtanın hikayesi her daim bir ilerleyiş içinde.sanırım en çok sevdiğim yanı bu.mantıklı veya mantıksız pek çok olay oluyor bu dünyada.peki biz bu olayları nasıl öğreniyoruz derseniz şöyle ki romanlar aracılığıyla veyahut da kural kitaplarıyla oluyor o dediğiniz.yandaki de henüz çıkmamış bir roman.deli gibi bekliyorum kendisini.[deli gibi beklemek].bu heyecanımı siz blogsever bünyelerle paylaşmak istedim.[arada olur öyle]

frp güzel bir olay ya...bu yaz coşacağız mystranın izniyle.


[Rainbow-I Surrender]

biraz da kamu hizmeti yapayım dedim karınca kararınca.çok sevdiğim bir şarkı var onu yükledim hemen paylaş'a ahana da indirin burdan[Kumdan Kaleler-Bu Aşk Burada Biter]

hmmm..bakıyorum da daha anlatacak birşey var mı acaba deyu,aklıma gelmiyor dahası.şimdilik bu kadar o vakit.ha bir de şunu diyeyim:o parantez içindeki zamanzingolar o anda arkada çalan parçalar.öyle yani...

neyse kaçızladım.

[Rainbow-Temple of the King]
Doğan "dodothebird" Öztürk